Kim Kimin Gemisinde?

Kim Kimin Gemisinde?

Biz müminler müminlerden başka hiç kimse ile aynı gemiye binmedik ve binmeyiz. Kafirun suresinin bize öğrettiği de budur. Bizim gemimiz İslam-tevhid gemisidir. Bu geminin zamana ayak uyduramadığı, çağın gerisinde kaldığı gibi propagandaları ancak, İslam’a inanmayanlar yapabilir.

Kim Kimin Gemisinde?

Mehmed Durmuş

“Hepimiz aynı gemideyiz” tartışması belirli dönemlerde nüksetmektedir. Bu ‘belirli dönemler’, gemide kimin üstünlüğü ele geçirdiği ya da öyle göründüğü ile yakından alakalıdır. Bu söylemle bir anlamda, toplumun ‘yanlış’ adreslere gitmesi tehlikesine karşı istimdat edilmektedir. ‘Hepimiz aynı gemide bulunuyoruz’ mecazı hem teklif, hem de tehdit içermektedir.

Kim kimin gemisine binmişse, onlarla aynı gemidedir. Tartışılan konu, elimizde olmayan nedenlerle, bizim bir seçimimize dayanmaksızın, bizim dışımızdakilerle bazı bakımlardan ‘aynı gemide’ bulunuyor olmamız değildir. Asıl mesele, iradi ve seçimlerimizin eseri olarak kiminle aynı gemide bulunuyor olmamız; daha doğrusu kimsenin gemisine binip binmediğimizdir.

Biz Müslümanlar kimin/kimlerin gemisindeyiz? Kimler bizi gemilerine almıştır? Biz neden hep, başkalarının gemilerinde yolcu koltuklarında oturmaktayız? Bizim gemimiz yok muydu, vardıysa nice oldu? Bu soruların makul şekilde cevaplanması gerekmektedir.

Şurası açık bir hakikattir: Bir toplumda inisiyatifi kim ele geçirmişse, geminin kaptan köşkünde de onlar bulunmaktadır. Çoğulculuk gibi, ‘bir arada yaşamak’, özgürlük, inanç ve düşünce hürriyeti gibi lafların hepsi, inisiyatifi elde tutulan geminin orasına-burasına asılan, gemideki yolcuların rahat etmeleri ve kendilerini kendi evlerinde hissetmelerini sağlama amacına matuf dövizler niteliğindedir.

İçimizdeki bazıları geçmişte, bizim, hem de hakikatin yegâne temsilcisi olan gemimizin var olduğunu unutmuş olabilirler. Şimdilerde de bu ‘unutmuşluğun’, tedavisiz bir alzheimera dönüşmesini isteyenler bulunabilir. Unutkanlıkla hiç alakası olmayarak, bile-isteye, taammüden bizim gemimizi reddi miras yapanlarımız var olabilir ki bu, ağyara karşı daha makbuldür…

Biz Müslümanların gemisini gözden düşürmek için, onun hakkında her türlü kötümser hikayeye başvurulacaktır. Geminin çağın gerisinde kaldığı, bugünün insanına hitap etmediği, artık yeni şeyler söylemek gerektiği gibi gevezeliklere maruz kalacağımız muhakkaktır. Kimisi, biz Müslümanlara ait geminin uluslararası sulara açılacak kadar muhkem olmadığına bizi inandırmak için kırk dereden kırk su getirecektir.

Ama bütün bu şaklabanlıkların hiçbir yararı yoktur.

Bizim içimizde olup, kafirlerin değirmenine su taşıma azmi gösterenlerin çığırtkanlıklarını boş verelim. Bizi Allah’ın razı olmadığı bir yaşam biçimine iman etmişlerle aynı gemiye binmeye teşvik edenleri bir kalemde silelim: Dünya ve âlemler yaratıldı yaratılalı kainatın şahit olduğu yegâne hak gemi İslam gemisidir, yani Müslimlerin gemisidir. Yine bizim bu kadîm gemimizle yaşıt bir gemi daha var ki, o da, Müslimlerin dışındaki ‘herkes’in gemisidir ve o da ta ezelden beri ‘kafirlerin gemisi’ olarak tanımlanır. 

Gemimizin, bilinen en ilk kaptanlarından Nuh ve sonrakilerden İbrahim, İsmail, İsa v.b. hep bu geminin kaptan köşkünde idiler. Gemimizin kaptan dairesinde son olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) bulunmuştur.

Bizim kaptanlarımız dövüldüler, sövüldüler, aç-susuz kaldılar, tehcir edildiler, öldürüldülerse de gemiyi asla terk etmediler ve gemiye en küçük bir halel getirmediler. Onların hayatları esnasında kimse gemiye en küçük lafı edemedi, kimse bir kusur bulamadı. Kusur bulmak için çabalayanlar kafirlerdi, müşriklerdi. Buldukları kusur geminin kendisine dair değildi, geminin kaptanına dair de değildi; sadece gemi kaptanına, itibarsızlaştırmak maksadıyla çamur atmaktan ibaretti. Allah’ın bütün elçilerini, kaptanı oldukları geminin makbul bir gemi olmadığına dair, zamanın entelektüelleri, düşünce adamları, kabile şefleri, ülkelerin hükümdarları, toplumların en göz dolduran seçkinleri (mele-mütref) ikna etmeye çalıştılar ama bu, beyhude bir uğraştı. 

Bu çabalar bugün de beyhude olmaya mahkumdur. Nuh’tan Muhammed’e (sav) bütün nebilerin aziz yolunun yolcuları olarak biz müminler de, gemimize yönelik bütün propagandaları elimizin tersi ile itiyor, İslam gemisinden başka hiçbir gemiye asla razı olmayacağımızı bütün dünyanın bilmesini istiyoruz.

Bizim İslam’dan başka herhangi bir gemimiz olmadı, olmayacaktır.

Biz Müslümanlar, mevcut şartlar her ne olursa olsun, hiçbir şekilde İslam’dan başka bir şeye razı olmayız. Kimse bizi İslam’ın dışında bir yaşam biçimine razı edemez. Çünkü alemlerin Rabbi Allah bizim adımıza seçimini yapmış, bizim için yaşam biçimi olarak İslam’ı seçmiş ve ondan razı olmuştur.

Bizim gemimiz mutlak surette tevhid gemisi olmak durumundadır.

İçinde bulunduğumuz ülkenin, iyi-kötü kendisini İslam’la tanımlayan gemisi el değiştireli çok oldu. Günümüzde ‘aynı gemideyiz’ mecazını içeren yazılar kaleme alanların, geminin hareket tarihini 1919’lardan başlatmaları zaten her şeyi gayet açık ve net anlatmış olmaktadır. Biz müminler geçmiş tarihimizde dini şu veya bu miktarda referans alan hanedanlıklarla da böbürlenmiyoruz. Çünkü o hanedanların da İslam’la tartılması gerektiğine inanmaktayız. Bizim hayat kaynağımız doğrudan ve bizatihi vahiydir. 

Günümüzde bütün dünyada geçer akçe kılınan ve Allah’ın hayata kesin olarak müdahil kılınmaması esasına dayanan liberal demokrasi eksenli düşüncenin esas olduğu bir dünya görüşü bütün Müslümanlara dayatılmaktadır. İster gönüllü, ister ikrahla biz Müslimlerin de bu gemiye binmek durumunda olduğumuz telkin edilmektedir. Gemiye binmeyi reddedenlerin başına nelerin geleceğini de örneklerle göstermektedirler. 

Ama bilinmelidir ki İslam gemisini terk edip, küfrün gemisine hiçbir müminin binmesi düşünülemez. Bizler fiziken müslim olmayan kimselerle bir arada bulunuyor olabiliriz; bu, onlarla aynı gemide olduğumuz anlamına gelmez. Bunun, Rasullerin hayatlarında çok açık ve seçik örnekleri vardır. ‘Gemi’ deyince hemen akla gelen Nuh (a.s) ve kavmi bu örneklerin başında gelmektedir. Nuh’la kafir kavminin aynı gemide olmadıkları, eninde-sonunda anlaşılmıştır: Nuh’un gemisi tufanın sularında yüzüp, bilahare karaya otururken, Nuh kavminin ‘demokrasi gemisi’ o tufanın suları içerisinde sonsuz azaba doğru bir yol tutmuştur.

Lut (a.s), belki birkaç kişiden oluşan yolcularıyla birlikte, kendi ‘gemisi’ ile kurtulurken, burunlarından kıl aldırmayan kavmi, şafak vaktine programlanmış sonlarına kavuşmak üzere kendi ‘gemilerini’ terk etmemişlerdir.

Muhammed (a.s), bir dağ şehri olan Mekke’de bir ‘gemi’ yürütmek şöyle dursun, onu bir ebter olarak adeta yok hükmünde görenler, Rasulullahı ve yanındaki müminleri kendi gemilerine binmeye ikna etmek için çok çabalamışlar lakin başarılı olamamışlardır. Başarılı olan bir kez daha İslam gemisi olmuş, Muhammed (a.s) ve müminler ebedi felahı elde ederken, ‘aynı gemide’ olma iddiasındaki kavminin birçok önderi ebedi azap yolunu seçmiştir.

‘Hepimiz aynı gemideyiz’ mecazıyla anlatılmak istenen odur ki, bir ülke savaş, tabii afet, terör, fakirlik, salgın hastalık gibi türlü bela ve musibetlere maruz kalabilir. Bu bela ve musibetlerin üstesinden gelmenin yolu, birlikte hareket etmek, dayanışma ve yardımlaşmadır. Fakat bir toplum her şeyden önce akidede birlik olmadıktan sonra, bu sayılan ‘kötü’ günlerde nasıl birlikte hareket edebilirler? Çatal kazık yere geçmezmiş. Çatal akide/ler de bir toplumu toplum olmaktan alıkoyar. Çünkü Allah sadece müminleri kardeş ve birbirine velî olarak tanımlamaktadır. Bir toplum İslam toplumu olmadıktan sonra, kim kiminle, hangi ‘ortak kötü’ye karşı savaşacaktır?

Şu halde, biz müminler müminlerden başka hiç kimse ile aynı gemiye binmedik ve binmeyiz. Kafirun suresinin bize öğrettiği de budur. Bizim gemimiz İslam-tevhid gemisidir. Bu geminin zamana ayak uyduramadığı, çağın gerisinde kaldığı gibi propagandaları ancak, İslam’a inanmayanlar yapabilir.

Biz müminler çağın bütün insanlarının İslam’a teslim olmalarını arzu ediyoruz. Müslüman olduğunu söyleyen toplulukların da lafta değil, hakikaten öyle olmalarını umuyoruz. İslam gemisi, içerisinde hiç kimse olmasa dahi, yine de heybetinden, asaletinden, izzetinden; hele de hakikatin tek adresi olması özelliğinden hiçbir şey yitirmez. İslam gemisi, içindekilerle şeref kazanmaz, içindekiler, o geminin şerefi ile şereflenirler.

Müslümanları, bu gemi mecazı ile din dışı bir hayata davet edenler bir irtidat hali içerisinde olduklarını bilmeli, vakit kaybetmeksizin Allah’a tevbe etmeli ve Kur’an’ın kapsadığı İslam’a yeniden iman etmelidirler.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Hüseyin Narin
    21 Eylül 2018, 04:05

    Rabbim dilinizden dökülen sözlerin gerçekliği ve doğruluğu ölçüsünce kalbinizdeki imanı ve takvayı hidayet etsin.
    Bu hissiyatları sizinle aynen yürekten paylaşan biz günahkarlarıda affediciliğinden nasiplendirsin.

    REPLY