‘Harf devrimi demek, gemilerin yakılması demektir’

‘Harf devrimi demek, gemilerin yakılması demektir’

İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee “A Study of History” kitabında Harf İnkılâbı için şöyle der: “Türkler harf inkılâbıyla kendi kaynaklarına el atmak husûsunda yabancılardan farksız oldular”

Bin yıllık tarihe sırt dönüşün ilanı: Harf inkılabı

Kabulünden beri tartışılagelen harf inkılabıyla Türkler, bin yıldır kullanıldığı Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kullanmaya başladı. Dilde sadeleşmek, Latin alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğu düşüncesi ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma gibi düşüncelerle gerçekleştirilen harf inkılabı akıllara şu soruyu getiriyor. Osmanlı bin yıldır kullandığı Arap harfleri ile yeterli kültür ve medeniyet oluşturamadı mı, Osmanlı okuryazar değil miydi? Yaklaşık 45 bin eseri olan, koca bir divan edebiyatı oluşturan Osmanlı, medeniyetin göstergesi değil mi? Harf inkılâbının tek maksadının okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını temin olmadığını; yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, Arap kültürü ile bağları koparmak ve dinin cemiyet üzerindeki tesirini zayıflatmak olduğunu söylenir. Bu inkılapla İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee’nin deyimiyle kütüphanelerdeki bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktı. Yunus Emre’nin dilini anlamayan Türk münevverlerinin kafasında hala Voltaire’nin Fransızcası saltanat sürüyor.

HARF İNKILABINDAN ÖNCE

Türk dili üzerinde tartışmalar, Tanzimat Dönemi’nde başlar. Ahmed Cevdet Paşa Kavaid-i Osmaniye adlı eserinde Arap alfabesi bazı sesleri karşılayamadığını bunun için okutucu harfler konması gerektiğini söyler.

Namık Kemal “Latince harfler dilimizi karşılayacak sayıda değildir” diyerek şiddetle Latin alfabesine karşı çıkanların öncüsü olur.

1924’te Hilafet ile Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı, bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, 1925’te tekke ve zaviyeler kapatıldı, kılık kıyafet değiştirildi, 1926’da Medeni Kanun kabul edildi. 1926’da eğitim işleri yeniden düzenlenip ilk ve orta öğretimin esasları saptandı, çağdışı olarak addedilen bütün dersler kaldırıldı, çağdaş eğitim ve öğretim yapacak okullar açıldı.

Kaldırılan unsurların yerine getirilen nizamın temel özelliği ise Batı menşeli yani seküler ve pozitivist temelli olmasıydı. Batı’nın kalkınmışlığının sebebini dini hayat sahnesinden çıkarması ve seküler olmasıyla izah edilmesinden dolayo Cumhuriyet Dönemi aydınları ve devlet adamları aynı metodu uygulama yolunu tercih ettiler. Yüzyıllardır sosyal hayatlarında temel unsur olarak kaim bulunan ve pozitivizmle açıklanamayan tüm unsurları hayattan söküp atma yoluna saptılar.

1923 yılını Şubat ayında tertiplenen İzmir İktisad Kongresinde Nazmi Efendi ve iki arkadaşı tarafından verilen Latin harflerinin kabulüne yönelik önerge, Kongre Başkanı Kazım Karabekir tarafından okunmadan reddedilir.

Kazım Karabekir Latin harflerini savunanlara karşı Türkçenin güzel bir dil olmakla birlikte harflerinin zor öğrenildiğine dair fikirlerin, tamamen yabancıların telkinleriyle ortaya çıktığını ifade ediyordu. Ona göre, Latin harfleri kabul edilecek olursa geçmişte yazılmış pek çok kıymetli eser, kütüphanelerdeki binlerce kitap bir anda atıl kalacak, yeni nesil için anlamını yitirecekti. Böylece, Avrupalılar istediklerini almış olacaklar ve diğer Müslümanlara, Türklerin Hristiyan olduğu düşüncesini kolayca aşılayabileceklerdi. Yine Kazım Karabekir’e göre alfabe değişikliğinin amacı Türkiye’nin İslâmî Doğu ile olan bağlarını koparmak ve Batı dünyasıyla olan iletişimi kolaylaştırmaktan” başka bir şey değildi.

HARF İNKILABININ KABULÜ

28 Mayıs 1928 tarihinde TBMM, 1 Haziran t1928 tarihinden itibaren ile resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların (1, 2, 3 gibi) kullanılmasını belirten bir yasayı yürürlüğe sokar. Bu yasa ile beraber Harf Devrimi için de bir komisyon kurulması kararlaştırılır.

Bu komisyon böyle önemli ve ciddi bir değişimin 5 ila 15 yıllık bir süreçte hayata geçebileceği söylese de Mustafa Kemal Atatürk’ün ”Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz” dediği söylenir.

Komisyon tamamladığı yeni alfabe çalışmaları 9 Ağustos 1928 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Gülhane’de düzenlenen galada gösterildi.

1922 yılında Azerbaycan’ın Latin alfabesine geçişi Türkiye’nin dikkatini çekti. Sovyetler Birliği’ne üye olan Türki devletler de Latin harflerini kullanıyordu. Türkiye’de bunun üzerine ortak bir alfabeyi kullanarak Türk devletleri ile olan iletişimi artırma adına Latin alfabesine geçme kararı aldı. Sovyetler Birliği ise Stalin döneminde Türk devletlerinin Türkiye ile olan bağını koparmak amacıyla tüm Türk devletlerini Kiril Alfabesi kullanmak zorunda bıraktı.

Aslında Latin harflerinin kullanılmasını isteyenlerin temeli Batı kültürü hayranlığı ve Avrupa’nın üstünlüğü fikrine dayanıyordu.

1 Kasım 1928 tarihinde Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkındaki teklif edilen kanunun kabul edildi.

Harf Devrimi’ni başlatan yasanın kabulü ile Osmanlı Alfabesi adı verilen ve Arap harfleri kullanılarak oluşturulan alfabenin kullanımı sona erdi ve yerine Latin Alfabesi temel alınan Türk Alfabesi kullanılmaya başlandı.

İNKILAPLA BERABER TASFİYECİLİK DE BAŞLADI

Kanunun kabulünden sonra, her yerde halk dershaneleri ve kurslar açılarak halka yeni alfabe öğretilmeye başlandı. Diğer taraftan Dil Encümeni çalışmalarına devam etti ve çeşitli okuma ve gramer kitapları yayınladı. Dil Devrimi’nin bir parçası olan Harf İnkılabı yapıldıktan sonra diğer safhalara geçildi. Dilimize uymayan yabancı kelimeleri atma ve onların yerine Türkçe karşılıklarını bulma meselesi yeniden gündeme geldi. Peyami Safa bu konuda şöyle der:

“İnkılaptan sonra Türk dilinin yapısı ve tasfiyesi işiyle uğraşanların çoğu dilcilerdir. Edebiyatçılar, onların araştırmalarından çıkacak neticeleri bekliyormuş gibi sessiz bir dikkat içinde kaldılar. Kendilerine dilciler tarafından uzatılan yeni bir kelimeyi evirip çevirken yaşamaya namzet olup olmadığını anlamak için düşünceye dalıyorlar, ilk teşebbüsün bütün zahmet ve mesuliyetini onlara bırakıyordu.”

OKUR-YAZAR NİSBETİ

Dilde sadeleşmek, Latin alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğu düşüncesi ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma gibi düşüncelerle gerçekleştirilen harf inkılabı akıllara şu soruyu getiriyor. Osmanlı bin yıldır kullandığı Arap harfleri ile yeterli kültür ve medeniyet karşılayamadı mı, Osmanlı okuryazar değil miydi?

1869 yılında ilan edilen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi şöyledir:

*Her mahalle ve köyde en az bir sıbyan mektebi kurulacak.

*Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan karışık topluluklarda ise her toplum için ayrı bir okul açılacak.

*İki sıbyan mektebi bulunan bölgelerde mekteplerden biri erkekler için diğeri ise kızlar için tahsis edilecek.

*Tek mektep varsa erkek ve çocuklar bir arada eğitim görecekler ancak karışık oturmayacaklardır.

*Nizamnameye göre ilköğretim zorunlu hale getirilmiştir ve bu kurala uymayan aileler de para cezasına çarptırılacaklardır.

*Ayrıca 500 evi geçen yerlerde bir rüştiye mektebi açılacaktır.

*İstanbul’da bir Darü’l-fünûn kurulacaktır.

1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindeydi. 1928’de ise İstanbul ve Ankara gazetelerinin tirajı 19.700’dür. Bu, Osmanlı devrinden daha düşük bir seviye demektir.

Cumhuriyet istatistikleri 1927’de okur-yazar nisbetini % 8,1 verir. Fakat 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre, nüfusun %5’i ilk mektebe devam ediyordu. Yani bu oran yeni rejimin verdiği nispet, sadece ilk mektebe devam edenler kadardır. Geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okur-yazar nispeti %50’den aşağı olamaz. 1890’da okur-yazar nispeti, Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahipti.

Bizde okumuşların, 1911-1922 arası cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde “okur-yazar” kitle, bir günde “okumaz-yazmaz” hâle geldi.

İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee “A Study of History” (Tarih Bilinci) isimli kitabında Harf İnkılâbını değerlendirerek “Türkler harf inkılâbıyla kendi kaynaklarına el atmak husûsunda yabancılardan farksız oldular” der sonra şöyle devam eder:

“Bundan sonra Türk kütüphânelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzûmunu hissedecektir.”

BÜYÜK BİR FELAKET

Türkiye’de okur-yazarların nüfusa nispeti, 1935’de %15; 1960’ta %32; 1970’te %46’dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nispetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Bu oranın düşük olmasının sebebi, Arap alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arap alfabesinde bu müddet, Latin alfabesindekinden daha uzun değildir.

Dr. Rıza Nur harf inkılabı ile ilgili şöyle söyler:

“Bu kadar seferberlik, millet mektepleri, masraf, jandarma ile mekteplere sokmalara rağmen üç yılda ancak 1 milyon 200 bin kişiye yazı öğretebilmişler. Hâlbuki eski yazı ile okuyup yazma bilenler 900 bin kadarmış. Demek netice hiçtir. Hem de öğrenenler heceleme halinde iptidai imişler. Bu yazı işi millî, büyük bir felaket olmuştur.”

ESKİ ALFABE İNSAN DENGESİNE UYGUNDU

Peki, Arap harfleri Türkçeyi karşılamıyor muydu? Osmanlıcanın, Latin harflerine göre zorlukları vardır, avantajları da vardır. Bazı harfler yazılır, ama okunmaz; bazıları yazılmaz, ama okunur. Alışan bir kimse için matematik gibidir. Bazı formüller kafaya yerleştirildiği zaman iş kolaylaşır. Harfler birbirine bağlı olduğu için stenografiktir; hızlı not tutmaya uygundur. Aziz Nesin’den Kenan Evren’e kadar her kesimden kişiler bu harflerle not tutarken gördük. Harfler yuvarlaktır, gözleri yormaz. Bu sebeple eskilerde gözlük takan sayısı azdı. Çeşitli yazı türleri çıkarılabilir, sanata elverişlidir. Şifreli yazı yapılabilir. Sağdan sola yazıldığı için insan dengesine uygundur. İbrani, Süryani, Hind, Göktürk, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri de sağdan sola yazılır. Bir tek Latin alfabesi soldan sağadır. Yemen’de, okuma ve yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862’den sonra kurulan ilk mekteplerde bu usul tatbik olundu.

Arap alfabesine birkaç harf ilave edilerek oluşturulduğu için “Osmanlı alfabesi” de dediğimiz alfabeye – tam karşılamasa da – Peyami Safa da sıklıkla “Eski harfler”, “Arap harfleri” ve “Arap alfabesi” der. Peyami Safa, harf inkılabından sonra bir okurun çocuğuna Arap alfabesini öğreti öğretmemesi sorusu üzerine şunları söyler:

“Arap Harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek imkânsız. Bu genç, Naima’yı, Peçevi’yi, Cevdet Paşa’yı okuyamaz. Bunun gibi el yazması, taş basması veya matbu45 bin eserden hiçbirini okuyamaz. Koca divan edebiyatı, onun için, bir mektep kitabında veya antolojiye alınmış mostralık birkaç manzumeden başka bir şey değildir. Tanzimat’ın bütün kitaplarında, beyaz kâğıt üstünde askeri ve muntazam adımlarla yürümüş bir pirenin tersi gibi incecik lekelerden ibaret görünür: Ziya Paşa’dan Abdülhak Hamid’e kadar muasır edebiyatın hiçbir şahsiyeti ve eseri üstünde fazla duramayacak. Edebiyat-ı Cedide için de öyle. Rübâb-ı Şikeste’nin de Haluk’un Defteri’nin de Eylül’ün de şunun da bunun da yeni harflerle basılmış nüshaları yok.

Tarih ve edebiyat kadrosu dışına çıkarsak, orta bir kültür için okunması zaruri ne eserler sayabiliriz ki yeni harflerle neşredilmemiştir. Arap harfleini bilmeyen bir genç, bu kitapların hiçbirini okumamış olduğu için gündelik gazete veya haftalık mecmua okuyucusunun tam seviyesine de çıkamaz. Orada yazı yazanları anlamak için de onları yetiştiren kültür an’anesinden gelmiş olmak lazım.

Arap harfi bilmeyen gençlik ne okuyacak? Benim cevabım şu: Kaç yaşında olursa olsun, Latin harflerinden başka, bir de hususi olarak Arap harflerinin elifbesini okuyacak. Tek çare bundan ibaret. İsteyen, deminden beri yazdıklarımın tek kelimesini anlamadan bana muhafazakâr desin. Kabul ediyorum. Muhafazakâr, tarihinden ve edebiyatından haberi olmayan bir cahilden çok daha ileri bir adamdır. Çünkü taassup ve irtica, bilginin değil, cehaletin öz kardeşidir ve irticaların en kötüsü de buna inanmaktır.”

BİN YILLIK TÜRK HARFLERİNİN KULLANILMASINI YASAKLADI

Sâmi/Arab yazısı, dünyanın en eski yazılarındandır. Bu hâliyle ilk kez Hazret-i İsmail’in kullandığı rivayet edilir. Hiyeroglif ve çivi yazısı dışındaki bütün yazıların menşei de bu alfabeye dayanır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, Arap (İslâm) yazısını kullandılar.

Türkler, İranlılar gibi, bunu lisanlarına adapte ettiler. Arapçada bulunmayan pe, çe ve je harfleri, bu Türk ve Fars alfabelerinde mevcut. Asırlarca Arabî ve Fârisî kelimelerin de tabiî bir şekilde girişi sebebiyle, Arap yazısı, Türkçenin doğru bir şekilde yazılmasına imkân veren millî bir alfabe hâlini aldı.

1 Teşrinisani (Kasım) 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, Arap alfabesi denilen bin yıllık Türk harflerinin kullanılmasını yasakladı; bu yasağa aykırı hareket edenlere ceza getirildi.

TÜRKÇEDEKİ ÇOK SESLİLİK YOK EDİLDİ

Eski harflerle kitap, gazete, dergi, ilan, tabela yasaklandı. İnkılap yanlıları, kütüphanelerden, şahısların ellerinden eski Türkçe eserleri toplayıp imha etmek suretiyle aşırılık gösterdi. Milyonlarca kitap ve vesika, Peyami Safa’nın tabiriyle “inkılâp yobazları”nın gaddar ellerinde yok edildi.

“Kargacık burgacık” diye alay edilen Arap yazısının aksine, Latin alfabesi, Türkçedeki pek çok sesi, meselâ sağır nun diye bilinen nğ harfini vermez; kaf ve kef ile ha, hı, he harfleri, yalnızca birer harf ile yazılır. Böylece zengin Türkçe hayli gerilemiş; yazıldığı gibi konuşulan fakir ve basit bir lisan haline getirildi.

BİR GECEDE BİN YILLIK ALFABE DEĞİŞTİ

Kanunda bahsedilen Türk harfleri, Göktürk veya Uygur değil, Latin harfleridir. Türk milletinin gönül rızasıyla benimsediği bin yıllık Arap alfabesi, Türk harfleri sayılmaz ama halkın “kilise harfleri” diye andığı, Latin harfleri, bir gecede Türk harfleri sayıldı.

Osmanlı Devleti bir imparatorluktur; çeşitli halklar kendi lisanlarını konuşur. Ama devletin yazışma lisanı, Türkçedir: Lisân-ı Türkî. 19. asırda doğan Osmanlıcılık cereyanı mensupları, buna Lisân-ı Osmânî adını vererek dil birliğini müdafaa etmişlerdi. Arap/İslâm yazısına yaşlılarımız, Eski Türkçe derlerdi.

AMAÇ YENİ NESİLLERE GEÇMİŞİN KAPILARINI KAPAMAK MIYDI?

Nitekim İsmet İnönü hatıralarında (II/223), harf inkılâbının tek maksadı okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını temin olmadığını; yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, Arap kültürü ile bağları koparmak ve dinin cemiyet üzerindeki tesirini zayıflatmak olduğunu söyler. Böylece yeni nesiller eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de hükümet kontrol edeceği; din eserleri de eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin cemiyet üzerindeki tesiri azalacaktı.

Osmanlılar zamanında câmi olan her köy ve mahallede bir hoca, dolayısıyla bir ilk mektep vardır. Erkek ve kız çocukların buraya gönderilmesi mecburidir.

Osmanlı coğrafyasında okur-yazarlık nispetinin düşük olduğu iddiası, inkılâbı haklı göstermek için yapılmış normal bir propagandadır.

Peyami Safa harf inkılâbıyla birlikte “gençliğin tarihiyle, millî kültürü ile geçmişe ait değerler(iy)le ilgisi kendiliğinden kesilmiştir.” Der. Kendi tarihini, kültürünü, medeniyetini ve değerler sistemini bilmekten mahrum edilen yeni nesiller, ellerinde bir mihenk taşı olmadığı için gizli ve düşman propagandacıların telkinlerine hedef oldular. “Gizli ve düşman propagandacılar” tabiriyle komünistleri kasteden Peyami Safa, ileriki yıllarda harf inkılâbının komünizmin Türkiye’de taraftar bulmasına da hizmet ettiğini düşünür.

Necip Fazıl, İdeologya Örgüsü kitabında, Harf davası bölümünde şöyle bir soru yöneltir:

“Bizzat Lâtin harfleri dünyasına mensup bir ilim ve fikir adamının dünyada en mütekâmil ve ince harfler olarak “Arap harfleri”ni gösterdiğini ve kendi milleti için, kültür kökünü değiştirmek muhali olmasa, bu harfleri tavsiye edeceğini bilen var mıdır? Harf inkılâbı sırasında Amerikalı bir terbiye mütehassısının “Türklerin eski harflerini kaldırıp atması, kendi hesaplarına, Amerika’nın, bütün madenlerinden mahrum olmasından daha ağır bir kayıptır!” sözü gerçekten vâki midir? Amerikalı profesör, şüphesiz ki, kendi misyoner ve politikacılarının iştirak etmeyeceği bu sözüyle ne demek istemiştir?

İNKILAPTAN SONRA YAŞANAN SARSINTILAR

Harf İnkılabı’ndan sonra her ne kadar okuma-yazma konusunda seferberlik ilan edilse de önemli sorunlarla karşılaşıldı. Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e intikal eden aydınlar, bu inkılaptan sonra ciddi bir sarsıntı geçirdi. Yabancı dil bilenler her ne kadar Latin harflerine aşina olsalar da bir anda okuma-yazma öğrenen çocuklar gibi okurken hecelemek, yazarken bir sürü hata yapmak durumunda kalmışlardı. Bu da onların bilinçaltında büyük hasarlar meydana getirmişti. Ayrıca, dönemin gazeteleri de bundan nasibini almış ve tirajları ciddi anlamda düşmüştü. Zira gazete okuyanlardan resmî bir zorunlulukları olmayanlar yeni alfabeden sonra gazete okumayı bırakmışlardı.

Latin alfabesinin kabul edilmesinden sonra en büyük darbeyi yiyen kesimlerden birisi de aydınlardı. Zannedildiğinin aksine, sadece dindar kesim değil, Batılılaşmayı ve inkılapları savunan aydınlar da bu mesele hakkında ciddi endişeler taşımışlardı. Çünkü geçmiş asırlarda yazılan binlerce eser ve dönemin aydınları tarafından o sıralar kaleme alınan eserler bir anda hiçbir anlam ifade etmeyen nesnelere dönüşmüşlerdi.

Rifat Osman, Süheyl Ünver’e yazdığı mektupta Latin harflerini geçişi şiddetle savunan Hüseyin Cahit Yalçın’a şiddetle karşı çıkar. Mektubunda şöyle der:

“Latin harflerinin ticarete faidesi olur imiş. Onun için İspanyollar Fransa’nın yanında Fransa’ya nispetle lâ-şey’ olarak kaldılar ve onun için bir asırda İspanya’nın yirmi misli müstemleke kaybettiler. Harfleri Latin harfleri olduğu halde Avusturya İmparatorluğu’na uğurlar olsun. Türkiye de harfleri Latin harfi olmadığı halde azamet-i istiklâlini kurtardı. Harflerimizin evvel ve ahir söylediğimiz bir günahları vardır ki o da okutucu harflerin yoksunluğudur. Bir heyet-i ilmiye bunları ıslah etti mi oldu bitti. Cahid Beyefendi’ye tesadüf ederseniz dersiniz ki: Araplar Endülüs’e gidip cahil Avrupa’yı okutur iken Garbiyyûn’un harfleri Latin harfi idi. Araplar makhûren İspanya’dan kaçar iken harfleri fütuhattaki gibi yine Arap harfleri idi. Bir Sinan Süleymaniye’yi yapar iken bir Süleyman Viyana’yı kuşatır iken harflerimiz ne ise Tuna’dan İstanbul’a kaçar iken de o idi.”

HARF DEVRİMİ DEMEK GEMİLERİN YAKILMASI DEMEKTİR

Harf Devrimi’nin aynı zamanda kültür ve dili de etkilediğini söyleyen Ayvazoğlu, “1930’lu yılların başında Dil Devrimi diye yapılanlar yapılmasaydı Türkçe, şimdi dünyanın ifade kudreti bakımından önde gelen birkaç dilinden biri olacaktı.” der.

Ayvazoğlu harf inkılabı hakkında sözlerini şöyle devam ettirir. “Harf devrimi demek, yeni nesillerin 1928 öncesiyle irtibatının kesilmesi, gemilerin yakılması demektir. Bunu muhalifi de, muvafığı da söylüyor. Dolayısıyla bu kültüre, bu hassasiyete karşı olmaları da son derece normaldir. Aslında yapılan bir kültür devrimi, bu devrimin en önemli ayaklarından biri de harf devrimiydi. O harflerle üretilmiş koskoca bir kütüphanenin yolu kapatıldı. Arkasından yapılan dil devrimi de bu sürecin devamıydı. O harfleri öğrenseniz bile, artık o kültüre uzman olmadığınız takdirde ulaşamayacaktınız. Hakikaten, bir zamanlar günlük hayatın parçası olan, herkesin bildiği şeyleri bile bugün anlamak için uzman olmak lazım. Zaten dil devrimi böyle bir amaçla yapıldı.”

Ekrem Buğra Ekinci- Osmanlıca mı Türkçe mi?

Peyami Safa- Din, İnkılap, İrtica

Yasin Beyaz- Rifat Osman’ın Süheyl Ünver’e Yazdığı Mektuplar: Bir Osmanlı Aydınının Harf İnkılabı ile İmtihanı

FİKRİYAT

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *