Safiye İnci’nin ifadeleri ve sonuçları üzerine

Safiye İnci’nin ifadeleri ve sonuçları üzerine

‘Oh olsun’ hukuku gün gelip herkesin kapısına dayandığında, o ‘herkes’ aynı hukuk dışı çığırtkanlıkla yüz yüze kalacağından kuşku duymamalıdır…

Diken isimli internet sitesinde, yazar Murat Sevinç imzası ile dün akşam yayınlanan bir makalede, Safiye İnci’nin ifadeleri ve sonucunda ortaya çıkan durum çok yönlü olarak değerlendirildi. Laik-Demokratik bakış açısı ile yapılan değerlendirmede, gösterilen ölçüsüz tepkilere karşılık, mücadelenin yanlış mecrada yürüdüğü, nefret üreten koşulları dönüştürmeye yönelmek gerektiği vurgulanırken, ‘oh olsun’ kültürü eleştirildi.

Murat Sevinç’in “Cinnet, öfke, intikam hukuku…” başlığını taşıyan makalesinde şöyle diyor:

Yazının sonunda söyleyeceğimi başta yazayım, küfürbazlar boşuna okumasın, hemen ilk satırda sövüp uzaklaşsınlar:  Safiye İnci isimli genç kadının ‘tutuklanmasına’ karşıyım! Tutuklanması için bir gün boyunca sürdürülen yoğun kampanyayı ve sonucunu, gerekçeleri ile olası sonuçları itibariyle son derece trajik ve tehlikeli buluyorum. 

Eğer yazıyı hâlâ okuyorsanız: Türkiye ahalisinin ortalaması, şu aralar akıl hastanesine bir hastayı ziyarete gitse, kefil bulmadan dışarı çıkamaz! 

Tarihsel gerekçeleri olmakla birlikte, büyük ölçüde bilinçli biçimde izlenen politikanın sonucu olan dehşet verici ‘kamplaşma’ ortamında, artık herkes nefret ettiği kim var kim yok, tutuklansın, mümkünse yok olsun istiyor. 

Haliyle ortada çok temel bir soru/sorun var: Sevmediğimiz ya da nefret ettiğimiz insanlar, sevdiklerimiz ve desteklediklerimizle, eşit haklara sahip olsunlar mı olmasınlar mı? Biz nasıl bir yerde yaşamak istiyoruz?

İnsan hakları alanına da, anayasa metni ve anayasa tarihine baktığım gibi yaklaşıyorum. Salt ve kuru ‘mevzuatçılık’ ya da sade suya tirit, içi büyük ölçüde boş bir ‘özgürlükçülük’ yanlış bulduğum düşünme ve savunma biçimleri. Tarihten, sınıf mücadelesinden, siyasal ve toplumsal kültürden, yaygın geleneklerden, hakim inançtan, bir biçimde oluşmuş/oluşturulmuş toplumsal koşullardan bağımsız, insan da yoktur, insan hakları da.

Hâl böyleyken, Safiye İnci’nin ifadeleri ve sonuçları nasıl ele alınabilir? 

Burada anayasa, temel haklar, temel hakların sınırlanması gibi konulara girip baygınlık hissi yaşatmayacağım. Başka yollarla ‘sıkmayı’düşünüyorum!

Üç soru: Kim tutuklandı? Neden tutuklandı? Nasıl tutuklandı?

Kim tutuklandı?

Haberlerden yaşını dahi öğrenemediğimiz, en fazla yirmi gibi görünen, türbanlı mı çarşaflı mı olduğu anlaşılamayan (anlaşılması şart olmayan!) bir genç kadın tutuklandı. Kimdir bu genç kadın? Bilmiyoruz. Anıtkabir’e gitmiş ve orada çektiği bir videoda, hayranı olduğu ‘lidere’ sadakatini göstermek için, nefret ettiği ‘kurucuya’ hakaret etme ihtiyacı hissetmiş. Son derece terbiyesizce, övülen insanı da rahatsız edecek düzeyde saçma ifadeler. Peki genç kadın, kimi ya da kimleri temsil ediyor? Eyüp nahiyesinde büyümüş ve içinde var olduğu dünyayı iyi tanıdığını tahmin eden biri olarak, bir ‘kitlenin’ duygularını dile getirdiğini söyleyebilirim. 

Kişisel deneyimim, memleket mütedeyyin kesiminin önemlice bir kısmının Atatürk’ün anısına saygıda kusur etmediği, ancak Safiye İnci  gibi düşünenlerin de ‘üç beş’ kişi ile sınırlı olmadığıdır. Haliyle, ‘münferit’ diyerek ciddi bir eğilimi, nefreti görmezden gelmek, güçlü geleneklerimizden olan riyakârlığı beslemekten başka bir işe yaramaz. 

Dolayısıyla münferit olanı değil, o genç kadın bir kesimin ‘henüz’ açıklıkla dile getiremediği düşüncesini ifade etti. Şu anda o ‘kesim’tarafından içten içe takdir edildiğinden en küçük kuşkunuz olmasın.

İnci hakkında başkaca ‘tahminlerde’ de bulunabilirim. Örneğin bu zihniyetin, benimle bir arada yaşamak değil, beni yok etmek istediğini tahmin edebilirim. Örneğin bu zihniyetin, boş yere tutuklu insanlar, öğrenciler için en küçük bir vicdan ve hak duygusu geliştirmediğini de tahmin edebilirim. Örneğin bu zihniyet sahibinin, çocukluğundan bugüne bizler ve ‘kurucular’hakkında neler ‘duymuş’ olabileceğini de tahmin edebilirim. Hiç kimse anasının karnından nefretle çıkmadığına göre, onun ‘koşullarını’ öngörmek hiç zor değil. Bir kez daha, ‘koşullar’.

Neden tutuklandı?

Peki, benden ve benim gibilerin yaşam biçiminden, düşüncelerinden nefret etmesi gerektiği zerk edilerek yetiştirilmiş olan genç kadın, bu yüzden mi tutuklandı? Bir ideolojiden, yaşam biçiminden, o yaşam biçiminin sembolü olan Atatürk hakkındaki düşüncelerinden dolayı mı? Hayır. Bu düşüncesini, bir videoya kaydettiği  ve yaydığı için. Yani ‘ifade’ ettiği için. 

Peki, Anayasa’yı vesaire bir yana bırakalım şimdi, çünkü o zihniyet Türkiye’de bir anayasa bırakmadı. 

Hangi ‘yasa’ya aykırılık söz konusu? Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun. Tarih? Temmuz 1951. Yani yasayı çıkaran, DP (Demokrat Parti). O sıralar Ticaniler olarak bilinen kimi sarıklı tipler Atatürk büstlerine saldırmaya başlayınca (özgüven ve şımarıklığın çok bildik dinci versiyonu) böyle bir yasa çıkarılıyor. Hangi DP çıkarıyor? Atatürk devrimlerinin canına okuyan, dış politikasını ve ekonomik tercihlerini çöpe atan, devrimin temel ilkelerini berhava eden, köy enstitülerine (İnönü’nün büyük katkısıyla!) son darbeyi vuran DP. İşte o DP, Atatürk’ü koruma yasası çıkardı. Nasıl, riyakârlık tarihimiz açısından nadide bir örnek değil mi!

Kişisel olarak, bu ve benzer yasaların tümüne karşıyım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun manevi şahsiyetini korunmak için bir yasaya gereksinim olduğunu zannetmiyorum. Bunlar pozitif hukuk konusu kabul edilmemeli. Yasa yoluyla saygınlık ve sevgi elde edilemeyeceği gibi, yasa yoluyla yok edilemez ve korunamaz da. Atatürk’ün bir yasaya gereksinimi yoktur.

Herhangi bir yurttaşın kişiliğinden farklı ve üstün kişiliği olmayan cumhurbaşkanına ‘hakaret’ gibi bir suçun varlığına neden karşıysam, diğer ‘koruyucu’ özel yasa hükümlerine de aynı gerekçelerle karşıyım. ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ başlıklı absürt davalara neden karşıysam, halihazırdaki tutuklamaya da bu yüzden karşıyım.

Ancak benim/bizlerin karşı olması bir şey değiştirmiyor. Sonuçta böyle yasalar ve davalar var. Özellikle AİHM kararları göz önünde bulundurulduğunda cumhurbaşkanına hakaret gibi bir suçun varlığından söz edilemeyecek olsa da, şu ana dek on binlerce yurttaş hakkında soruşturma ve dava söz konusu ve tutuklananlar mevcut.

Haliyle, Atatürk’ü korumak için çıkarılmış bir yasa varsa ve o zaman bu yasaya uymak gerekir, düşüncesi savunulabilir kuşkusuz.

Nasıl tutuklandı?  

Peki Safiye İnci, yalnızca bu yasa yürürlükte olduğu için mi tutuklandı? Evet ama hayır! Olağanüstü kamuoyu baskısı nedeniyle tutuklandı. Yani, aynı ‘riya’ ilkesi gereğince! 

Sırasıyla gidelim: Bir kaç yüz bin insan twit atarak tepki gösterdi. Bir iki saat içinde Türkiye’nin gündemi o berbat sözler oldu. Tepki gösterenlerin büyük çoğunluğu, muhtemelen cumhurbaşkanına hakaret davalarına ve öğrencilerin tutuklanmasına karşı olan insanlar! Kısa sürede bir linç iklimi doğdu. Ruh hali büyük ölçüde, “Madem bizim sevdiklerimiz tutuklanıyor, o zaman bu kadın da tutuklansın” der gibiydi. Yandaşlar iki gerekçeyle ne söyleyeceklerini tam olarak bilemedi: İfadeler yenilir yutulur gibi değildi ve belli ki bekledikleri talimatı hemen alamamışlardı. Kendilerine ait bir düşünce ve emir almadan birini savunacak (ya da yerecek) ölçüde karakter kırıntısına sahip olmayan kalem ve klavye sahipleri, havayı şöyle bir koklayıp Safiye İnci’ye tavır alır gibi yaptı! Tahmin edilebileceği gibi, genç kadının FETÖ ya da CHP ajanı bir provokatör olabileceği yönünde lakırdılar başladı. ‘Çılgın Kabataş fantezisinden’ bugüne aynı tavır devam ettiği için, şaşırtıcı bir yanı yoktu elbette.  Sonuç olarak Safiye İnci, insan hakları ve hukuk düşüncesinin yanından dahi geçmemiş çıkarcı güruh tarafından da (görünürde) yalnız bırakıldı. 

Tutuklama, yani Atatürkçülerin (amiyane tabirle) ‘gazını almak’ için gerekli koşullar oluştu ve Safiye İnci tutuklandı. Ortalık biraz durulunca sessiz sedasız serbest bırakılacağını tahmin ediyorum. 

Tekrar: Eğer bir yasa ve ona aykırılık varsa, bir cezanın da olabileceğini kabul edelim bir anlığına. İyi hoş da, hürriyetinden mahrum bırakacak bir tedbir uygulamak, tutuklamak neyin nesi!

Müesses nizamın istikbali açısından son derece kullanışlı sonuçları oldu/olacak bu tutuklamanın: Cumhurbaşkanına hakaret davaları açısından meşrulaştırıcı bir örnek olarak kullanılacak. Böyle bir örneğe ihtiyaçları olduğundan değil kuşkusuz, ancak fazla örnek göz çıkarmaz!

Tutuklayan mahkeme hangisi? Karşı olduğumuz, sulh ceza mahkemesi!

Tutuklanması için kampanya düzenleyen ve Atatürkçü olduğu iddiasındakiler mutlu oldu mu? Oldu.

Hakaret davalarıyla muhalefeti baskılama yöntemi, toplumsal ve hukuksal meşruiyetini güçlendirdi mi? Güçlendirdi.

Gerekirse Atatürk’ü de biz koruruz, görüntüsü verildi mi? Verildi.

Kimi üçkâğıtçı ‘3/4 nispetinde yandaş’ yazarlar, o videoyu ve kamuoyu tepkisini kendisi için eşsiz bir ‘göze girme’ fırsatına çevirdi mi? Çevirdi. 

Muhterem okuyucu,

Olup bitenin artık varlığı çok tartışılır anayasanın temel haklar rejimine aykırılığını, hukuken yanlışlığını vesaire boş verelim şimdi. Siyasi açından, söz konusu tutuklamanın laik cumhuriyet yanlılarının lehine sonuçlar doğuracağının düşünülmesi, hakikaten akıl alır gibi değil. 

Söz konusu olan ‘oh olsun’ hukukudur ve bu vahim tercihin muhalefeti de götüreceği hayırlı bir yer yok.

Kararnamelerle düzen değiştirilen, laik cumhuriyetin gözümüzün içine baka baka alt üst edildiği koşullarda, böylesi terbiyesizlik yapan genç bir kadının ‘tutuklanmasını’ talep edip tutuklandığında çok sevinerek Atatürkçülük yaptığını düşünenler… Her şey bir yana, yalnızca şu soruyu yanıtlamak isterler mi: Safiye İnci tutuklanınca ne oldu?

Mustafa Kemal Atatürk’ün ve laik cumhuriyetin sembolü olan Anıtkabir’in, ne DP’nin yasasına ne de saçma sapan laflar eden birilerinin tutuklanmasına ihtiyacı var.  

İhtiyaç duyulan; 

Demokratik laik cumhuriyet için mücadele etmek, yılmamaktır. Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını, uzun vadeli bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi gerektirdiğini belletmektir. 

İhtiyaç duyulan, sizi, bizleri ‘yok etmek’isteyenleri o hale getiren, içlerini nefretle dolduran koşulları dönüştürmek için mücadele etmektir. 

Özlemini duyduğumuz, ‘Safiye İnce tutuklansın’ kampanyaları değil. ‘Boş yere tutulanlar serbest kalsın’ talebi ve mücadelesi olmalı. 

Marifet ‘çıldırmakta’ değil, içinde bulunduğumuz vahim durumu soğukkanlılıkla kavrayıp ‘mücadele’ için gerekli yol ve yöntemleri bulabilmekte. 

‘Oh olsun’ hukuku gün gelip herkesin kapısına dayandığında, o ‘herkes’ aynı hukuk dışı çığırtkanlıkla yüz yüze kalacağından kuşku duymamalıdır…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *