Türkiye’de cemaatler meselesi

Türkiye’de cemaatler meselesi

Türkiye, kendi Müslüman tarihiyle barıştıkça kutsal cemaatlerle de barışacak. Cemaatler de “dünya sultanlığı” arayışlarından uzak duracaklar. Bu arayışlara yöneldiklerinde de devletin müdahale hakkı doğacak.

Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ergün Yıldırım, son dönemde gündemin ana maddesi haline gelen cemaatler meselesinde yaşanan kafa karışıklığına dikkat çekti. Yeni Şafak’ta bugünkü yazısında, Türkiye ve dünyada cemaat olgusuna ve tarihine kısaca değinen Yıldırım, cemaatlerin tarihsel bir gerçeklik, aynı zamanda Müslüman tarihin ve toplumun bir parçası olduğunu belirtiyor. Cemaat meselesine hem normatif esaslar hem de tarih içinde ortaya konan tecrübelerle beraber bakılması gerektiğini de ifade eden Yıldırım, Türkiye’nin cemaatlar davası başlığını taşıyan yazısında şöyle diyor:

Türkiye’de cemaatler sandığımızdan daha fazla karmaşık bir meseledir. Çünkü her grup, her siyasal çevre ve her akademisyen kendi bakışını doğru görüyor ve ona göre bir pozisyon alıyor. Hiç kimsenin bu grupsal ve mutlak benlik alanının dışına çıkarak meseleyi “anlamak” gibi bir derdi yok. O nedenle fil örneğini bu defa cemaatler üzerinde konuşurken sürdürüyoruz. Bir grup, selefi bir mantıkla Kur’an ve sünnette cemaat yok diyerek hareket ediyor. Başka bir grup bütün cemaatleri tek bir torbaya koyarak cumhuriyet düşmanları ilan ediyor. Bazı araştırmacılar cemaat deyince Rum Cemaati ve Ermeni Cemaati kategorisini merkeze çekiyor. Cemaatler ayrı, tarikatlar ayrı diyenler var bir de. Cemaatleri cumhuriyet döneminin realitesinde ortaya çıkan Süleymancılar ve Nurculara bakarak tanımlıyorlar. Cemaatler sivil toplumdur diyen liberaller ile cemaatler sivil toplum olamaz çünkü orada birey yok diyen sosyalistler var.

Allah aşkına bu ne kafa karışıklığı? Kısmi yaklaşımları merkeze alarak arkasından da kesin yargılarda bulunarak ahkam kesmenin manası nedir? Düşünmenin de bir mantığı var. Sadece belli olgulara ve esaslara yoğunlaşarak konumuna göre yargılarda bulunmak ve bir de bunlar kesinmiş gibi davranmak kargaşayı daha da artırır. Aydın aydınlatandır. Ancak kafası karışık olan aydınlatamaz. Fanatizmden de aydınlanma çıkmaz. Bilim adamı da bilimin esnekliği, çoğulculuğu, olgusal ve normatif boyutlarıyla bakabilme kabiliyetine sahip adamdır. Bu değilse zaten oradan aydınlatma yapacak ve yol gösterecek akıl da çıkmaz, ilim de.

Peki nasıl yaklaşalım cemaat meselesine?

Cemaat meselesine hem normatif esaslar hem de tarih içinde ortaya konan tecrübelerle beraber bakmalıyız. İslam peygamberi Mekke’de bir cemaat kurdu. Medine’de cemaat ile bir toplum düzenine ulaştı. Her zaman Müslümanları cemaat olarak yaşamaya teşvik etti. Cemaat olmayı rahmet ile bir gördü. Yine Kur’an, bütün müminler farklı veçhelerde yer alsalar da kıbleye yönelerek Allah’ın cem etme vasfıyla bir olduklarını söyler. Ebu Hanife’nin Ehli Kıble dediği cemaatine dahil olunur. Ehli Sünnet vel Cemaat dediğimiz Orta Yol’da da cemaat ikinci önemli kanattır.

İslam toplumları tarihinde tarikatlar, loncalar, Ahi Evranlar gibi çeşitli cemaatler vardır. Hepsi de tesanüte ve teavüne dayanıyor. Tesanüt ve teavün, Farabi’den Tusi’ye kadar bütün İslam düşünürlerinin sosyal varlık olmanın, millet olmanın temel archesi(temel ilke) olarak görülür. Müslümanlar genel bozulmalar ve kötülükler gördüğü zaman “sizden iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir topluluk bulunsun” emrine kulak verdiler. Bu bağlamda cemaatleştiler.

Bu cemaat arayışları farklı meşrepler ve tarzlarla ortaya çıktı. Büyük iyilikler ve hayırlarda bulundular. Ancak aynı zamanda imtihanı kaybeden cemaatler de ortaya çıktı. Mehdilik arayışıyla adil düzen getireceğini söyleyerek ortaya çıkan ve meşru devlete isyan edenler gibi. Otman Baba, Melamiliğin Hamzavi kolu, Kadızadeler… Tarikat tarzı ya da gayri tarikat tarzıyla yapılanan bu cemaatler, “iyiliği temsil” yerine “kötülüğü temsil” ettiler. “Dünya sultanlığı” talebinde bulundular. Osmanlı bunlarla mücadele ederken bütün cemaat tarikatlarını yok etmeye yönelmedi.

Cumhuriyet ve modernleşme sürecinde geleneksel cemaat yapıları ya zorla kaldırıldı ya da modernliğin etkisiyle dönüşüme uğradılar. Bu süreçte merdiven altına zorlandılar. Süleymancılık ve Nurculuk gibi yeni cemaat tarzları ortaya çıktı. İslam dünyasında İhvan, Nahdatul Ulema, Cemaati İslam gibi gayri tarikat cemaatler doğdu.

Bu İslam cemaat tarihi, Türkiye’de ulusal sol ve Kemalizm tarafından imha edilmekle kalmadı. Aynı zamanda öcü gösterilerek ötekileştirildi. Hatta bunlar benimsedikleri modernleşme tarzıyla cemaatleri Marx ve Rousseau gibi Ortaçağ’a özgü, arkaik ve modernleşme önündeki engel yapılar olarak gördüler. Kemalizm bu konuda Marxisttir. Gelenek karşıtı ve sekülerlik tarzı ciddi anlamda sol bir ruh taşır. Oysa R. Nisbet’in çok iyi ifade ettiği gibi Marx’ın reddettiği geleneksel cemaatlerdi. Onun yerine yeni bir komünal yapı olarak sınıfı savunuyordu. Mesela Marx’ın “dünya işçileri birleşin” sloganı, cemaatlerin “ihvan” tezinden ne kadar farksız! Tonlama, duygusallık, dayanışma talebi… Rousseau da siyasal mutlakiyetçi yaklaşımla bütün yetkileri devlette toplamak istiyordu. Aslında modernleşme ile yaşanan değişme basitti: Kutsal cemaat yerine seküler cemaatleri koymak. Bugün masonluk böyledir. Modern Batı’da yüzlerce dini ve seküler cemaat vardır.

Türkiye, kendi Müslüman tarihiyle barıştıkça kutsal cemaatlerle de barışacak. Çünkü Müslüman tarihin ve toplumun bir parçası bu. Cemaatler de “dünya sultanlığı” arayışlarından uzak duracaklar. Bu arayışlara yöneldiklerinde de devletin müdahale hakkı doğacak.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • hüseyin alan
    24 Temmuz 2018, 15:28

    Ulen şu ülkede din-devlet ilişkisinde tarihsel bir çatışma olduğunu bilen, ulus/kavim devletler döneminde dinin mağlup olduğunu ve geri çekildiğini ama bunun çatışmanın bittiği anlamına gelmediğini izah edecek kimse kalmadı mı?

    Unvana bak profosör, neyin profosörü bu adam? Nerede entellektüel birikim, aydın olma vasfı? Ülke adına ayıp.

    Pek sayın Prof, tarihin sonu gelmedi, neo-liberalizm tek ideoloji olma iddasını da yitirdi. Bu gün savunduğunu laik ulus devletin tarihi kaç? Dur bakalım, şu sıralar çatırdayan ulus devlet nereye evrilecek?

    REPLY