Faruk Aksoy: “500 yıllık meseleleri bir adamın omuzuna yükleyemeyiz”

Faruk Aksoy: “500 yıllık meseleleri bir adamın omuzuna yükleyemeyiz”

“Türkiye’nin maarif meselesi” dediğimiz şey, eğitim ve öğretim teknikleri dışında, insanın esas düşünce yapısını belirleyen “akıl ve nakil” arasındaki büyük tartışmadır.

Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un, yeni kabinenin en çok konuşulan bakanı olduğunu belirten Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy, bugünkü yazısında, “bütün kalbimle başarı dileklerimi iletmek isterim” dedikten sonra, bu ilginin sebebine yönelik kanaatlarını okurlarıyla paylaştı. Yeni bakanın, bilimsel ve Atatürkçü vurgularına bakarak değerlendirilmemesi gerektiğini savunan Aksoy, Türk eğitim sisteminin 500 yıllık sorunları olduğunu ve bir kişinin omuzlarına yüklenemeyeceğini belirtti.

Akıl ve nakil ayrımına da değinen Faruk Aksoy şunları söylüyor:

Yeni bakanın sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarını tarayıp, “Bu adam bizdendir ya da değildir” diye bir sonuç çıkaran, değerlendirmesini buna göre yapan enteresan bir kitlenin varlığını da görüyorum.

Bakan, Atatürk vurgusu yapmış, bilimsel eğitimden bahsetmiş, kadın hakları konusunda olumlu şeyler söylemiş, dolayısıyla böyle bir akademisyenin AK Parti iktidarında bakanlık koltuğunda yeri olmazmış ama nasıl olmuş, diye düşünenlerin köpürttüğü ve artık rahatsızlık veren bir ilgiden bahsediyorum.

Prof. Selçuk, eğitim camiasını bilmeyenler için sürpriz bir isimdi, fakat işin içinde olanlar eğitim müfredatını nasıl tartıştığını, eğitim konusunda hangi değerleri önceleyerek yol-yordam çizmeye çalıştığını bilirler.

Devlet uzun zamandır eğitimde özelleştirilmeyi savunuyor, bu yönde adımlar atıyor, teşvikler veriyor. Öyle zannediyorum ki, Ziya Selçuk’un Milli eğitim Bakanı olarak görevlendirilmesinin bir nedeni de, eğitimin devletten özele geçirilmesi projesini, kendi tecrübeleriyle destekleyecek olmasıdır. Bugün sosyal medyadan methiyeler düzüp de yarın adamın karşısına dikilip “parasız eğitim” diye bağırıp çağırmayın, şimdiden uyarmış olayım.

Gelelim işin muhtevasına…

“Türkiye’nin maarif meselesi” dediğimiz şey, eğitim ve öğretim teknikleri dışında, insanın esas düşünce yapısını belirleyen “akıl ve nakil” arasındaki büyük tartışmadır. Akılcılar, insanın Tanrı’yı bulduğunu, nakilciler de Tanrı’nın insanı haberdar ettiğini savunurlar. Bu iki yöntemin bir sınıftaki tarih şeridinde ve din bilgisi levhasında cereyan eden sessiz kavgası, Türk eğitim sisteminin örtülü sorunudur.

Şayet tarihsel materyalizm şeridinde yer alan çağlar ve bu çağlara göre M.Ö. 3200’den önceki dönem “karanlık dönem” ise, hemen yanında asılı duran din bilgisi levhasında ilk insan olarak anlatılan Hz. Adem, bu karanlık dönemin neresindedir?

İşte bütün mesele budur…

Bütün mesele ilk insanın kim olduğu meselesidir. Eğitim ve öğretim bu merakın giderilmesi yönünde hangi yolun takip edilmesi gerektiğini öneren esas alandır.

Kısaca tarihe bakalım…

Kâtip Çelebi, 1656’da, eğitim sistemindeki bozulmayı şöyle özetliyor, diyor ki: “Kanuni dönemine gelinceye kadar hikmet ve dini bilimleri uzlaştıran bilim adamları vardı. Fatih, kelâm derslerine yer vermişti. Sonra gelenler ‘bunlar felsefedir’ diye kaldırıp yerine sadece fıkıh dersleri koydular. Böylece bilim alanı fakirleşti…”

Prof. Dr. Yahya Akyüz’den bir not…

“Fatih’in ‘Sahn Medreseleri’ vardı. 1470-1603 yılları arasında burada müderrislik yapan 290 ulemâdan ancak 118’i kalem oynatmış ve irili ufaklı 520 eser vermişlerdi. Bunların da yalnızca 20’si akli bilimlere ait telif eserlerdi… 1603-1730 arasında ise akli bilimler alanında hiç telif eser verilmemiş, yalnızca iki eser çevrilmiştir…”

Bir başka detay daha…

“Önceleri medrese mezunları, az sayıdaki müderrislik kadrolarına atanabilmek için ‘mülâzemet’ usulüne göre bekleme döneminden geçerlerdi. Bir çeşit staj dönemi idi. Zamanla bu yol kötüye kullanıldı. Devlet adamları ve müderrislerin oğullarına, daha çocukken müderris unvanı veriliyor, bunlar iyi bir medresede görevli gösteriliyor, geçimleri sağlanmış oluyordu…”

Bütün bunlar ne anlama geliyor, biliyor musunuz?

Bütün bunlar Sultan Fatih’ten sonra büyük oranda bilim kitaplarının, laboratuvarların kapatıldığı, bilim adamlarının itibarsızlaştırıldığı, medreselerin torpilli müderrislerle doldurulduğu, bilim deryasının kurutulduğu, çoraklaştırıldığı anlamına geliyor.

Ne de olsa iyisiyle kötüsüyle atalarımız onlar, ne kadar benziyoruz birbirimize, öyle değil mi? Katip Çelebi, sanki bugünü anlatıyor, bugün eğitim veren liselerimizi, üniversitelerimizi anlatıyor, öyle değil mi?..

Şimdi bakın, herkesin anlayacağı açık bir dille söylüyorum, bir eğitimci olarak söylüyorum. Ne yaparsanız yapın, kimin adamı olursanız olun, iki alanda torpil işletemezsiniz, torpiliniz bir işe yaramaz.

Bunlardan birincisi spordur, ikincisi de sanattır.

Herkes sanatçı, herkes sporcu olamaz ama isteyen herkes sanattan anlayacağı kadar bir eğitim alabilir, bu zevkten mahrum kalmaz. İsteyen herkes de sağlığını koruyabilecek kadar spor yapabilir.

Eğitim bu işe yarar, herkesin eğitilmesi bunun için elzemdir, eğitim özünde insana bir metot kazandırır, düşünmeyi, konuşmayı, hayal etmeyi öğrenir insan. Ne düşüneceğine, nasıl konuşacağına, neyi hayal edeceğine kendisi karar verir. İnsan, kim olduğuna kendi kendine karar verebildiği için insandır.

Dünyada hiçbir eğitim sistemi, hiçbir sınav sadece kazananları belirlemek için yapılmaz. Kazananlar, o sınavı kazanamasalar da başka şeyleri kazanabilecek potansiyele sahiptirler.

Eğitim, sınavı kazanamayanları belirlemek için yapılır. Sınavı kazanamayanlar bir ülkenin ezici çoğunluğudur çünkü. Onlara göre memleket inşa edilir, onlara göre sistem kurulur, onların üretimini artırmaktır esas amaç.

Kazananları belirlemek için eğitim yapmak sömürgecilerin sistemleştirdiği bir yöntemdir. Bu berbat yöntemler sonucu dört yanlışın bir doğruyu götürmesine karar vermişlerdir de dört doğrunun bir yanlışı götürmesini akıl edememişlerdir.

Mevzu uzun, vakit var, konuşuruz tartışırız…

Fakat şimdi bu saydığım 500 yıllık ağır meseleleri bir adamın omuzuna yükleyemeyiz, 500 yıllık sorunu iki senede çöz, diyemeyiz.

Bazı kişiler bazı konuları ahirete bırakırlar, bazı kişiler de ahiretin burası olduğuna inanırlar.

Ben kendime her iki âlem için de bir yol çizdim, dedim ki: “Öğrenirken akılcı, öğretirken nakilci olacaksın oğlum. Bir de her öğrenciye ‘Aylaklığa Övgü’ kitabını okutacaksın…”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *