Mustafa Bozacı: 5E (Makasıd-ı Şeria)

Mustafa Bozacı: 5E (Makasıd-ı Şeria)

İslam ‘tevhid’ odaklıdır. Ana umde budur. Diğer her şey bu ana başlık etrafında şekillenmek zorundadır. 5E’nin korunması esasen ‘din’ olgusunda mündemiçtir. Dinin amacıdır bunlar, emridir.

5E (Makasıd-ı Şeria)

Mustafa Bozacı

‘5E’ korunmasının teminat alındığı, kişinin doğuştan kazandığı/getirdiği, insan olmasından kaynaklanan emniyetlerini, haklarını, temel değerleri ifade etmektedir. Bunlar kısıtlanamaz, engellenemez, devredilemez, ipotek konulamaz özelliklerdir. Her ideoloji ve dinin farklı renklerde (kıyası kabil olmamakla beraber) de olsa ilk elden teminatlarını içerir.

Bunlar; din, can, mal, nesil, akıl emniyetleri olarak üst başlıklarda toplanmışlardır. Bunlar zaruriyattandır. ‘Din emniyeti’ bugün, düşünce ve vicdan hürriyeti olarak daraltılmış ve adeta laiklik ilkesi ile cendere altına alınmış durumdadır. Bireysel tercihlere indirgenmiştir. Post modern algı artık ‘tek hakikat’ olgusunu kabul etmemekte, bunu yerine her ne gelirse akla, fikir olarak, tez olarak bunu çok küçük de olsa bir bütünün parçaları gibi, aralarında tasnif ve sıralama yapmadan kendince ‘ne olsa geçer’ diyerek bir ‘değer’ olarak kabul etmekte, ettirmektedir. Egemenlik ‘insan’a ait kılınınca kula kulluk sistemi en üste oturtulmuş, ‘insan hakları’, ‘özgürlük’, ‘bireysellik’, ‘arzu, haz, hız’ algıları baz alınarak ‘çıkar’ odaklı bir küresel sistem inşa edilmiş ve bu algı ‘din’ yerine ikame edilmiştir. ‘Beşer dini’ olmuştur.

‘Can emniyeti’ küresel sömürü düzeninin elinde adeta oyuncak kılınmış, ‘can’; bir eşya, mesabesinde, maddi olana indirgenmiştir. Sayılara hapsedilmiş, tek yekûn içinde yazılıp çizilerek, seçkin ve beyaz azgın azınlığın elinde araç gereç olarak algılanır olmuştur.

‘Mal emniyeti’ istatistiklerin de söylediği gibi, ‘Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul!’ şeklinde, bu zamanın iki ayaklı doyumsuz kurtlarının yapmaktan imtina etmedikleri taksimle zatı âli devletlûlarının, küresel hokkabazların elinde müsadere konusu olmuştur.

‘Nesil emniyeti’ ise zaten Hak getire! Dinin, canın, malın bir esamisinin olmadığı yerlerde ‘hazzın ve hızın’ uzantısı olarak, ‘beden de benim..’ tarzındaki şaşkınlıkla, Lut (as)’ın mel’un kavmini arat(may)acak şekle dönmüştür. ‘Nikâh’ olgusu bir tarafa, ‘eşitlik, özgürlük’ söylemleri ile toplumsal bir ifsad, aileleri de içine alacak şekilde küre adeta yangın yerine dön(dürül)müştür. İnsan esfeli safiline ‘beşer’ aşamasına bu hızla savruldukça savrulmaktadır.

‘Akıl emniyeti’ de el çabukluğu marifet algısına, seküler/salt dünyaya dair, faydacı/çıkarcı, sormayan, sorgulamayan, verilene tav olan, emanetten geri alınamayan, bilimsel bilgi filmleriyle/yalanlarıyla iğdiş edilen, eğitim denilerek ‘eğilip öğütülen’, şartlı reflekslere indirgenen, insanî bir üst meleke olmaktan çok sıradan bir canlı özelliğine (d)evrilmiştir.

Peki neden? Neden bu tersine süreçler işlemiştir, işlemektedir? Sorun nerede? Doğru soruları sormadığımızda doğru cevaba ulaşmak da mümkün olmamaktadır. Soru şu: Bu beş emniyeti kim tesis edecek ve bunların korunmasının teminatını nasıl verecek?

İlahiyat tamamlama programında bir soru var, İslam hukuku dersine ait, ‘Teminat altına alınan beş temel değer arasında hangisi yoktur?’ mealinde. Cevaplar arasında nesil emniyeti sayılmamış, onun yerine ‘devlet’ şıkkı eklenmiş. Cevap anahtarına bakarsanız doğru cevap ‘devlet’! Evet, sistem baştan yanlış kurgulanınca başka ihtimal de kalmıyor zaten. Enteresan olan ‘devlet’ maddesinin eklenmesi! Bu bir paradoks mudur, bir tesadüf müdür, yoksa gaflet mi bilinmez ama isabet olmuş, konuyu irdelememize fırsat sunması açısından! Oysa yine aynı programın yine aynı dersinde ‘Devletin Varlığı’; İslam’ın ve müslümanların iyi telakki ettikleri şeyleri (ma’rufu) emir ve icra, kötü telakki ettiklerini (münkeri) yasaklamak; şirke dayalı bir anlayış ve sistemle mücadele etmek; halkın işlerini Allah’ın gönderdiği hükümlerin belirlediği sınırlara riayet ederek yürütmesini sağlamak; insanların tabiatları gereği sosyal dayanışmaya mecbur oluşları sebebiyle ciddi organizasyonun zorunluluğu/gereği..’’ diye izahat ve tanım getiriliyor. ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!’ diyelim mi biz de?!

Şimdi düşünelim ‘devlet’ en üst örgütlenme biçimi olarak bir ideal, bir hedef olarak görülmeyince siz altta ne yaparsanız yapın bu emniyetleri bihakkın temin edemezsiniz. Mümkünatı yok! Altta, hakkını verdiğinizi düşünsek bile, cemaat olarak bunu bir yere kadar, kısmen sağlayabilirsiniz. Bir de devletin gölgesi düşünüldüğünde bu hiç de olası görünmemektedir. Realiteye bakıldığında da görülecek olan budur. Bu emniyetlerden hangisini ele alırsanız alın bunun üzerinde ‘devlet’ bir görüp gözeten, çekip çeviren, sınırlar çizen, kurallar koyan, şartlar belirleyen, müdahale eden, dahası hak iddia eden olarak gölgesi bulunacaktır. Etkisi hakeza! ‘İhsanı’ da sizin ona karşı konumlanışınıza, bunun derecesine bağlı olacaktır. O egemenliğini bunlar üzerinden daima göstermek isteyecektir! Ortaklığı değil, boyun eğişi kabul edecektir. Onun vereceği teminat sizi ne kadar temin edecektir şüpheli. Bu şüpheye rağmen sizin hak iddia edişiniz ve rıza göstermeyişiniz bir çatışma alanı oluşturacaktır. Bu andan sonra ise ihsanı değil daha çok gölgeyi hissedeceksiniz demektir! Burada ‘devlet’ derken dini olanın dışında örgütlenmiş, sıfatı her ne olursa olsun, rengi ister koyu, ister açık/gri olsun fark etmez. Bu tarz yapılanmış bir devlet aygıtı sizi ‘güdecek’, sizi şekillendirecek ve size rengini vermek isteyecektir. Size her ne kadar kanunlarla, vatandaşlık bağıyla, haklar verilmiş olsa da bu evvel emirde ‘ödev/sorumluluklarınız’ çerçevesinde düşünülmelidir. Devlet kendi bekasını temelde bir omurgaya oturtur. Bunun dışındaki muhatapları farklı ‘al-ver’ tarzında ve fakat devlet lehine denge(!) ile kompartımanlara, asgari parçalara bölerek, çatışma noktalarını aktif tutarak egemenliğini sürdürür. O size hamilik ediyorken, gözet(ley)ip kontrol ediyorken siz nasıl özgün kalabilirsiniz, bu mümkün mü? Ancak bir muti, mürid gibi davranabilirsiniz! Onun siz açtığı alanlarla yetinir, yalanlarına kanarsanız ne ala! Yoksa ne emanınız kalır ne emniyetiniz!

Siz din, akıl, can, mal ve nesil emniyetinizi ta başta ‘kurda’ teslim ederseniz kurdun yapacağı doğal taksimattan şikâyetçi olamazsınız. Şimdi ‘Dinî devlet mi olur, geçmişte yapılanları okumuyor musunuz, onlar da zulüm üretmişler?’ diyenlerimiz olacaktır. Yazının dolaylı tezi de budur. Olmalı mıdır, olmamalı mıdır? İslam dininin böyle bir hedefi, amacı yok mudur? İslam başka egemenlikler altında var olabilir mi? Bu sorular cevaplanması gereken önemli konularımızın en başında gelmektedir. Devletin ‘dini’ olması yasama, yargı ve yürütmesini dini referanslardan almasıdır. Helaller ve haramlar noktasında genel ilkelere bağlı kalmalıdır. Sosyal hayat bu kaideler etrafında düzenlenecektir. Bunu yanında kendini böyle tesmiye etmeyen ve fakat bu taleplere aynıyla cevap verecek olan adı sanı başka bir devlet modeli bulunabilir mi bilmem! Bu eşyanın tabiatına aykırı. Zira İslam her an ve mekâna rengini veren, ortaklık ve pazarlığa zinhar kapalı olan bir dindir. O sadece bir ‘religion’ değil mahza ‘din’dir. Sırf ahlaka ve vicdana indirgenebilecek bir olgu değildir. İlkeler bütünüdür. Kırmızı çizgileri vardır. Emirleri nehiyleri vardır. Bu ilkeler, emir ve nehiyler, kırmızı çizgiler dolayımında ‘egemenlik’  ve ‘idare’ niteliğini haizdir. Sistem ve bir düzen tesis eder. Bu yolla ‘imtihan olgusunun tahakkuku ve sadece Allah’a kulluk temin edilmiş olur. Devletin hukuki teminatı olmadan bu beş temel değeri korumak neredeyse imkânsızdır; çok olsa bireysel ve ne kadar başarılabildiği tartışılması gereken örgütlü yapıların donanımlarına kalmıştır. Hukuki değil de kanun temelli/seküler ve beşer tandanslı bir teminat da gölgesi olmasa ihsanından da uzak durulması gereken durumdur!

Her din ve ideoloji egemenlik ve otorite kurma, idare etme misyonuna sahiptir. Bu talep olmazsa zaten bir ideolojiden, dinden bahsedilemez. O olsa olsa bir fikir kulübü, fikir jimnastiği, entelektüel bir sav olur, bireysel bir kurgu kalır. Esasında ne kadar din dışılığı, ateizmi de savlasa, o iddia da bir din sayılmalıdır. ‘Dinsizlik dini’ de diyebilirsiniz! Neticede kural koyacak, talepleri olacak, itaat isteyecek, sorumluluk yükleyecek. Bunların da 5E’yi kendilerince anlamlandırıp, belirli kaidelere bağlamaları beklenen durumdur. Orada da başıboşluğa yer olmayacaktır. Kula kulluk renginde bir sosyal düzen tesis edilecektir. Yoksa kaos olur zaten! Gerçi beşeri sistemler zaten kaostan beslenmekte, onu besleyip büyütmektedirler. Temeli, ekini/kültürü ve nesli ifsad edip üstelik de bunu ‘iyi niyet’ masalıyla, ıslah diye yutturarak yapan, kula kulluğu mihver edinen bir sistem/düzen niçin size yaşam hakkı tanısın, fırsat versin ki? Bu özgüven ve hakikat olgusu onda zaten mevcut değil, olamaz!

Şimdi bu beşeri algılar bile bir düzen, sistem, otorite iddiasında bulunurlarken kalkıp nasıl, ‘İslam’ın önerdiği bir sistem yoktur. Devlet talebi yoktur/olmasa da olur!’, ‘Devletin imanı adalettir!’, ‘Kutsalın egemenliğinden adalet egemenliğine..!’ vb. laflar eder, savunursunuz? Bu ne kendini, kendi dinini bilmezliktir! Bu ne hadsizliktir! En azından gaflettir! Burada ‘ama’lara yer yoktur, ‘iyi niyet’ sorunu çözmez! Söylediğinizden çok algılanana bakmalısınız! Yaşanmış kötü örneklikler kişilere aittir, algılardan kaynaklanır! Bu İslam’a asla ve kat’a halel getirmez! Sonra alternatif gördüğünüz, düşündüğünüz hangi sistem 5E konusunda titiz davranmış da hakkını teslim etmiştir! İçini boşaltıp kendince, kendi dinince doldurmamıştır! Sözü eğip bükmeye gerek yok! Dümdük, odun gibi olmadan güzelce söylüyoruz: İslam dininin bir sistem/düzen talebi vardır ve bu beş emniyet ancak onun koruması ve kollaması altında hayatiyet bulabilir. İnsan unsuru tarafından yanlış kullanılma, uygulanma ihtimali ne kadar varsa, sair sistemlerde en az o kadar vardır! O halde tercihinizi belirleyecek olan nedir? Nasıl hesaba kendimiz çekilip hesabı kendimiz vereceksek kararı kendimiz vereceğiz! Sonuçlarına katlanmak şartıyla!

İslam ‘tevhid’ odaklıdır. Ana umde budur. Diğer her şey bu ana başlık etrafında şekillenmek zorundadır. 5E’nin korunması esasen ‘din’ olgusunda mündemiçtir. Dinin amacıdır bunlar, emridir. Akıl yoksa din yoktur; can ve mal emniyeti yoksa din yoktur; nesil güvencede değilse, tasallut altındaysa din yoktur! En azından zaruretler devrededir denilebilir, devletin olup olmaması bu manada ikinci plandadır. Devlet olsa ne yazar! Zaten modern devlet algısı kula kulluk eksenli olarak, ‘tevhidi’ bölen, kendi tekeline alan, sömürü ve çıkar düzeniyle hiçbir eman vermemekte, emniyet sunmamaktadır. ‘Devlet’ olgusunun tartışmaya açık olması farklı renklerde yapılanıp bu emniyetleri temin edip etmeyeceği de tartışma konusudur. ‘Tevhid’ eksenli olmadıkça hiçbir organizasyon, adı devlet de olsa bu emniyetleri tam olarak sağlayamayacak, belki de bu teminat işine gelmeyecektir. Doğası, rengi, amaç ve hedefleri açısından… Tek dünyalı bir algı bunu nasıl temin edebilir ki zaten! Sadece ‘din’ olgusunu düşünseniz bile yeterli veriyi elde edebilirsiniz bunun mümkün olamayacağı konusunda. Temin edilir edilmesine de temin edenle edilen aynı renkten olursa! Seküler ve laik temelli bir bakış ancak beşeri ideolojilerden rengini alan yapılara teminat sunar ki o da yine oldukça sınırlı olmak durumunda kalacaktır. Aksi kendi köküne kibrit suyu dökmek anlamına gelecektir. Bizde adalet de, şecaat de ilhamını, rengini ‘tevhid’den alır. ‘Tevhid’ söz konusu değilse hiçbir teminatın hakiki karşılığı tahakkuk etmeyecektir.

Beş temel (makasıd-ı şeria) değer ancak kendi renginden bir üst yapı, devlet organizasyonu himayesinde tam olarak gerçekleştirilebilir. Devlet bu emniyetleri koruduğu müddetçe kendi meşruiyetini de temin etmiş olur. Böylesi bir imkânın, organizasyonun olmadığı ortamlarda gerçek anlamda cemaat olabilmiş, organik bir bünye haline gelebilmiş yapılar o da ancak belli ölçülerde bu değerleri koruyabilirler. Lakin sıkıntı mevcut düzenler böylesi bir cemaat organizasyonuna ne kadar müsaade ederler, orası şüpheli! Etmezler; zira bu kendi bekalarını riske atmak olacaktır, korkulu rüya görmektense uyanık kalmayı tercih edeceklerdir. Siz ne kadar isteseniz de, size ne kadar müsaade etseler, alan da açsalar bu değerleri bihakkın koruyamaz, gereklerini gereği gibi yapamazsınız! Hakla batılın yan yana gelmesi muhaldir; ateşle barut, kurtla kuzu gibi… Ancak şurası unutulmamalıdır ki; İslam’ın özgünlüğünden, orijini itibarıyla eşsizliğinden dolayı ancak İslam’ın hükümferma olduğu ortamlarda bu beş temel değer olabildiğince çeşitliliğiyle teminat altına alınabilir. İslam bu güvenceyi sadece mü’minlerine değil, farklı kurallar çerçevesinde herkese sunmaktadır. (Kamusal alan, özel alan, yaptırım ve hadd’ler, uyulması zorunlu kurallar, özgürlükler, sorumluluklar vb, konunun bileşenleri olarak ayrıyeten tartışılabilir.) Bunu göze alabilecek, temin edecek başka bir sistem de mümkün değildir. Bunun geçmişte de örneği yoktur; yaşanmışlıklara, realiteye bakıldığında şimdilerde de yok, gelecekte de olmayacaktır. Beşeri hiçbir sistem yapısı, doğası, hedef ve amaçları, kurgusu, varlık sebebi, içeriği, bileşenleri, kurucu unsurları vb. sebeplerden dolayı bunu asla ve kat’a temin edemez, etmez!

Bir düşünelim Habeşistan’a gidenler niye Medine’ye dönmüşlerdir? Hz. Muhammed ve tüm peygamberler tarihinin, mücadelelerinin ana fikri nedir? Hz. Muhammed niçin Medine’ye hicret etmek durumunda kalmıştır? Siyer malzemesinden, kendisine sunulan imkânları okuyor, biliyoruz. İslam ta ilk peygamberden beri ‘tevhid’ mücadelesi vermiş, kula kulluğun sadece tek bir Allah’a döndürülmesi, tanınması, kulun haddini bilmesi ve sosyal hayatın bu çerçevede düzenlenmesi gayesinin mücadelesi içinde olmuştur. Bunun aksini düşünmek ve savunmak, hıyanet değilse büyük gaflettir, cahilliktir! Siz bu mücadeleyi verirsiniz ki mevcudiyetinizin zorunlu bileşenleri olarak bu beş temel değeri koruyabilesiniz, yaşatabilesiniz. Olduğu kadar! Olmazsa; siz yine süreci savsaklamadan bu yolda olmak durumundasınızdır. Velev ki tek başınıza da kalsanız!

Başka bir saikle söylenmiş olsa da ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!’ ifadesini bu çerçevede anlayabiliriz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *