Bilgi Sorunumuz Üzerine

Bilgi Sorunumuz Üzerine

Önemli olan, bu dünyada ilme gereği gibi sahip çıkarak onurlu bir birey ve toplum olabilmeyi başarabilmektir. Bunun yolu malumdur; öncelikle vahyin bilgisine sahip olmak ve vahyin gözüyle insanı ve evreni doğru okuyabilmektir.

Bünyamin Zeran

İdeolojilerin tarihsel süreçlerine baktığımızda her biri belli bir bilgi birikiminin ve süregelen tecrübelerin işleyişiyle yoluna devam etmektedir. İslam’ı bir ideoloji anlayışından dışarı taşırarak din formunda ele aldığımızda İslam’ın süreci ilim ve bu ilmin inşa ettiği gelenekten oluşur. İslami hayatın devam edebilmesi ilmin sürekli olarak varlığını mecbur kılar. İlim ise insanın kendisini keşfetmesine muhtaçtır. Müslüman işte burada fonksiyon kazanır. Çünkü o yaşadığı her an ilmin peşinden koşan sorumlu bir varlıktır.

İslam insana neden alim olma sorumluluğu yükler? Çünkü Allah’tan ancak alimler gereği gibi korkar da ondan. Tabi burada kastedilen alim bugün bizim anladığımız anlamda belli bir ruhban sınıfı temsil eden kimselerden oluşmaz. Mümin olma iddiasındaki herkesin kendi kapasitesi ve payınca ilme sahip çıkmasını ifade eder. Alimi entellektüelden ayıran çok önemli birkaç fark vardır. Bunlardan bir tanesi; alim, bilginin hamalı değildir. Onun bizzat yaşayıcısıdır. O ilmi hem kendini ıslah hem de gücü yettiğince çevresini ıslah için öğrenir. Alimin ilminin temelini vahiy oluşturur. Tüm öğrendiği şeylerin sağlamasını vahiy ile çek eder, yanlışları varsa düzeltir. Entelektüelin bilgi temeli ise seküler bir bilgi üzerine inşa olur ve daha çok veri deposu gibidir. Bilgi çoktur ama o bilgi bir hayat formuna dönüşememiştir henüz.

Müslüman insan alim olmak ile entelektüel olmak arasındaki farkı kavradığı zaman umulur ki kendisi için ve içinde yaşadığı toplum için bir şeyler yapma gerekliliğini farkeder. İslam’ın toplumlarda doğru anlaşılması ve sorunlara çözüm üretebilmesi için alimlere ihtiyacımız vardır. Bilgi sorunu İslam dünyasının uzun süredir eksikliğini yaşadığı bir sorundur. İlme gösterilen kıymet ne yazık ki çok azdır. 

Bilgi mi iktidarı üretir yoksa iktidar mı bilgiyi üretir sorusu üzerine düşünmemiz gerekiyor. Burada yapmaya çalıştığım şey “tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan çıkar” kısır döngüsünü tartışmak değil. Olması gereken bir doğruya ulaşma çabasıdır. Allah Adem’i halife tayin etmeden önce ona bir takım kelimeler öğretmiştir. İnsanın iktidarı ya da Adem’in eşya üzerindeki iktidarı bu kelimeleri öğrendikten sonra olmuştur. Öyleyse bilgi iktidarı doğurur ya da doğurmalıdır deriz. Bir kısmımız şunu diyebilir: Şeytan Adem’i kandırdı ve kısa süreliğine de olsa Adem’in üzerinde iktidar sahibi oldu öyleyse iktidar yani şeytan yeni bir bilgi üretti. Öyleyse iktidar da bilgiyi üretir. Böyle düşünenlere derim ki kaçırdığınız bir nokta var o da; şeytan varolan bilgiyi yorumlayarak bunu yapmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken şey bilgiye gerektiği gibi sahip çıkma meselesidir. Adem gibi olmak lazım. Yapılan hatanın tevbesini de hemen icra etmemiz gerekir. Zira, eğer bilgiyi olması gereken mecradan çıkarıp asli kullanım alanından farklı bir alana taşıyacak olursak o zaman ifsad eden bir sürece girmiş oluruz.

İnsanlar daha çok hamasi duygularla hareket etmeyi seviyor. Bunun sebebi ise müflis bir tüccar kafasıyla düşünmeleridir. İstiyorlar ki bir eylem yapalım günü kurtaralım, alacağımızı hemen alıp etkisini de anında görelim. Oysa toplumsal değişimler uzun soluklu mücadelelerin eseridir. Tıpkı insanın fikri serüveninin yıllarca şekillenmesi gibi. İnsanın kendinden başlayarak kendine ve topluma sirayet edebilmesi yıllar sonra olur. Yıllarca okuması, tefekkür etmesi, sahada bilfiil koşturması neticesinde elde ettiği hem bilgi hem de tecrübe birikimini tedavüle sokar. Zamanla her insanın bilgi ve tecrübesinin toplamı yeni bir toplumun oluşmasına vesile olur. Eğer sağlıklı bir toplum oluşsun istiyorsak bilgiyi kuşanmış bir toplum olmasına özen göstermek zorundayız. Her amelin alt yapısını besleyen şey ilimdir. Namaz kılmak, oruç tutmak ya da zekat vermek bir sonuçtur. Eğer bu ibadetleri anlamlı kılan, sürekli kılan bir bilgiden yoksun bir şekilde yaparsak yaptığımız ibadetlerden gafil olanlardan oluyoruz ki yapılan şeyler yalnızca mekanik bir hareketler bütünü olmaktan öteye gitmiyor. Niçin iman etmemiz gerekliliğinden tutalım da nasıl bir toplum inşa etmek istiyoruz sorusuna ve bütün bunları hangi metot ve yöntemle yapacağımıza kadar varan tüm usul tartışmalarımızda ihtiyaç duyacağımız şey bilgidir.

Seküler iktidarlar varolan bilgiyi çarpıtarak tıpkı iblis gibi toplumlar üzerinde hegemonya kurarlar. O zaman bilginin mahiyeti üzerine tartışmamız gerekmektedir. Bilgi nedir diye sormamız lazım. Sormaktan kastımız şudur: Seküler iktidarların ürettikleri şey bilgi midir? Yoksa Mantık diliyle safsata mıdır? Bilginin sözlüklerdeki anlamına baktığımızda arapça malumat anlamına geldiği yazar. “Malum olmak” herkesçe bilinmek anlamına gelir. Herkesce bilinen şey yani malumatın karşılığı bilgi olmaktan daha çok enformasyon olmalıdır. Antik çağda da episteme/bilgi konusu tartışılmış ve Platon epistemeyi ideaların bilgisi olarak tanımlamıştır. Normal algılar yoluyla elde edilen bilgiye ise “doksa” demiştir. Descartes’e göre, algı yanılabilir olduğundan bilgisel kesinliği başka yerde aramak gerekir. Platon’un yaptığı tanım üzerinden gidecek olursak bugün ideaların bilgisinin bizdeki karşılığı olan kavram ‘ilim’dir. Yani malumatın karşılığı enformasyon iken epistemenin karşılığı ilimdir. 

Bugün insanlar bilgi sahibi olmaktan daha çok malumat sahibidirler. Malumat ise henüz ilim seviyesi kazanmamış bir bilgi kırıntısıdır. Doğal olarak henüz sanıdan ibarettir. Sanılar üzerine ne birey, ne cemaat ne de toplum inşa olabilir. Eğer sanılar üzerine bir şey inşa edilecekse sonuç ister istemez seküler bir birey, cemaat yahut toplum olacaktır. Yıllardır İslam dünyasının kısır döngüsünün sebeplerini burada aramalıyız diye düşünüyorum. İlim kuşkusuz Allah’tandır. Öyleyse Allah’ın vazettiği ilme sahip çıkarak ideaların bilgisine ulaşabiliriz. Ancak ilim sayesinde insanın fıtratını doğru anlayabilir, doğayla barışık olabilir ve küfrün kodlarını çözerek onlara aman vermeyebiliriz.

Bilmek insanı güçlü kılar, bilgi güç demektir. Allah, Kur’an’da “şeytan artık sizin topraklarınızdan ümidini kesmiştir…” derken hitap ettiği resul ve onu takip edenler kendilerine vahyedilene sımsıkı sarılmış durumda idiler. Yani kendilerine gönderilen ilme göre yaşayan ve kendilerine nasıl bir sözün geldiğinin farkında olan insanlardı. Bilmek farkındalık yaratır çünkü… İblis ve dostları kuşkusuz ilmi çarpıtarak kendilerine yardımcılar oluşturmaya gayret edeceklerdir. Onların karşısında eğilmeden, bükülmeden, zaafa düşmeden dimdik duracaksak bu bize Rabbimizin vahyettikleri sayesinde olacaktır. Onun içindir ki bilgi/ilim bizi kalbiyle akleden ve şuuru sürekli açık kimseler kılacaktır.

Küresel çeteler bilgiyi kendi tekellerine alıp onun üzerinde istedikleri şekilde yorum yaparak ve yaptıkları yorumları süsleyip doğru diye servis ederek bizleri zaafa düşürme gayretindedirler. Sürekli bir enformasyon saldırısı halindeler. Bu saldırılara karşı koymanın yolu, ne ile karşı olduğumuzu bilmek ve karşı olduğumuz şeyi altedebilecek bilgiye sahip olmaktan geçer. Allah müminler için akledenler ifadesini kullanırken, inanmayanlar için sefihler ifadesini kullanmaktadır. Etrafımıza baktığımızda kendini müslüman olarak tarif edenlerin içinde bulunduğu duruma bakınca, sefih kim akıllı kim insan ayırt edemiyor. Eğer sürekli kandırılan isek akıllı olmadığımız kesin! Akıllı olmayanlar ise sefih sınıfında yer alır ve sefihler iman edenlerden değildir.

Kur’an, Maide suresi 66. ayette Ehli Kitab’ın rablerinin kendilerine indirdiği kitabı gereğince yaşamış olsalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından bol bol rızıklanacağını müjdelemiştir. Eğer bugün bizler yani iman iddiasında bulunanlar zelil halde yaşıyorsak bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir. Çünkü bu din insanların yalnızca ahiretlerini inşa etmek için gelmemiştir. Ahiret bir sonuçtur. Önemli olan ise bu dünyada ilme gereği gibi sahip çıkarak onurlu bir birey ve toplum olabilmeyi başarabilmektir. Bunun yolu malumdur; öncelikle vahyin bilgisine sahip olmak ve vahyin gözüyle insanı ve evreni doğru okuyabilmektir.

İktidarların bilgiyi ürettiği bir toplumdan ziyade ilmin ürettiği iktidarların toplumuna uzanmamız gerekmektedir. Aksi takdirde tağutlar/şeytanlar ve onların işbirlikçileri, Adem’e öğretilen eşyanın isimlerini yeniden adlandırarak, kendilerine kulluk ettirmek için zihinlerimizi işgal edeceklerdir. Üstelik bizim dosdoğru yolumuz üzere oturarak bunları yapacaklardır. İlim kuşkusuz eylemi beraberinde zorunlu kılacaktır. Eğer eyleme geçirmeyen bir ilim olduğunu iddia ediyorsak yanılıyoruzdur. Aynel yakiyn dediğimiz bir bilgiyle biliyor olsaydık yerimizde rahatça oturuyor olamazdık. Eğer bir atalet varsa bizde bilgi henüz işlenmemiş bir durumda ham olarak duruyordur. Zihnimiz/akleden kalbimiz henüz onu duyumsamamıştır ya da duyumsamasına imkan verecek tüm kanalları tıkamışızdır. Zira onu duyumsadığımız an vazgeçeceklerimizi düşündüğümüzde rahatımız kaçacaktır. Oysa bu duygu bile bizim ilme sırt çevirdiğimizin ıspatıdır. İktidarların ürettiği bilgiye teslim olmak, bilginin ürettiği iktidara teslim olmaktan daha maliyetsizdir. Malum en maliyetsiz inanç şirktir. Tevhid inancı ise oldukça maliyetlidir. Bedelini ödemeden ona ulaşamazsın. Onun bedeli ise vahyi bilmek, bildiğin şeyi hayata aktarmak ve aktardığın şey üzere ölene dek sabit kalarak başına gelen her musibete de sabretmektir. İşte bunu yapabilecekler yalnızca kendilerine gönderilen ilme sahip çıkan alimlerdir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *