“Türkiye’nin statükocu politikalar izlemesini beklemek artık ham hayal”

“Türkiye’nin statükocu politikalar izlemesini beklemek artık ham hayal”

Prof. Dr. Seyfettin Erol: Düne kadar (Saddam Hüseyin hadisesini hatırlayın) Ortadoğu’da statükodan yana olan Ankara, adeta revizyonist bir politika izlemeye mecbur bırakılmıştır. Türkiye’yi bu politika izlemeye yönelten sadece ABD değildir. ABD’nin alan açtığı ülkeler de buna dahildir.

Türkiye’nin statükocu politikalardan revizyonist politikalara geçişe zorlandığını ama esas kusurunun bu geçişte geç kalmış olmasından dolayıdır diyor Prof.Dr. Seyfettin Erol, Milli Gazete’deki köşesinde. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin askeri-istihbari güç ve operasyonlarına dayalı politikalarının daha da genişleyeceğine-derinleşeceğine işaret eden Erol’a göre, “Yeni uluslararası sistem sahip olduğunuz askeri-istihbari güç ve bunu kullanabilme kapasitenize dayanmaktadır. Bu gücü ortaya koyamayan devletler birer ‘hedef ülke’ haline konulmaktadır.”

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin temel hedeflerinden birinin Türkiye’yi tekrar statükocu politikalara mahkûm etmek olduğu şimdilerde daha net anlaşılmakta olduğunu savunan Seyfettin Erol’un yazısı şöyle:

Türk dış politikası bir kez daha uluslararası gündemin merkezinde, yoğun tartışmaların göbeğinde yer alıyor. Irak ve Suriye’de somut bir şekilde kendisini gösteren “saha-diplomasi” eşgüdümlü yürütülen başarılı politika, hiç kuşkusuz burada oldukça önemli bir yere sahip. Sahada operasyonel olarak elde edinilen kazanımlar, Türkiye’nin “diplomasi-siyaset” sahnesindeki gücünü daha da artırmış durumda.

Bu da önümüzdeki süreçte Türkiye’nin askeri-istihbari güç ve operasyonlarına dayalı politikalarının daha da genişleyeceğine-derinleşeceğine işaret ediyor. Suriye sonrası Irak’ta gerçekleştirilen operasyonlar ve dünyanın değişik yerlerinde inşa edilmeye başlayan askeri üsler bunun en temel göstergesi. (Örneğin; Katar’daki askeri üssün Suudi Arabistan-Katar krizinde oynadığı “oyun bozucu rol”, burada önemli bir motivasyon kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.)

Düne kadar yumuşak güç unsurlarına dayalı bir dış politika izlemeye çalışan Ankara, bunun tek başına daha fazla devam ettirilemeyeceği gerçeğini anlamış durumda. “Sert güce” dayalı eylemlerle desteklenmeyen yumuşak gücün en azından kendisine uygulama sahası bulamadığını somut örnekleriyle tecrübe etmiş bulunuyor. Misal mi? Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmelere ve Türkiye’nin gönül coğrafyasından birer birer uzaklaştırılmasına bir bakın; orada fazlasıyla örnek göreceksinizdir. Süleyman Şah Türbesi’nin taşınması bile başlı başına yeter!

Türkiye, Revizyonist Politikaya Mecbur Bırakıldı!

Sadece yumuşak güce dayalı politikaların bir zafiyet olarak algılanmaya başladığı bir dünyada Türkiye’nin statükocu politikalar izlemesini beklemek artık ham hayal olacaktır. Zira düne kadar (Saddam Hüseyin hadisesini hatırlayın) Ortadoğu’da statükodan yana olan Ankara, adeta revizyonist bir politika izlemeye mecbur bırakılmıştır.

Türkiye’yi bu politika izlemeye yönelten sadece ABD değildir. ABD’nin alan açtığı ülkeler de buna dahildir. Bunun için Türk yakın çevresinde kimlerin bölgesel statükoyu koruma adına revizyonist hamlelerde bulunduğuna, oralarda örtülü nüfuz alanları inşa ettiğine ve Türkiye’yi buradan işbirliği masalları adı altında dışlamaya baktığına iyi bakın.

Dolayısıyla Türkiye’yi bu politikaya mecbur kılanların Ankara’ya en ufak bir eleştiride bulunma hakkı söz konusu bile olamaz! Ankara’nın bir kusuru var ise o da bu politikayı izlemekte geç kalmış olmasıdır. Bir diğer ifadeyle Türkiye, 11 Eylül sonrası yeni dünya düzeni inşa sürecine bu bağlamda geç cevap vermiştir. “Yeni Dünya Düzeni”nin “Geç Aktörü”dür.

“Caydırıcı Güç” Olabilmek…

Yeni uluslararası sistem sahip olduğunuz askeri-istihbari güç ve bunu kullanabilme kapasitenize dayanmaktadır. Bu gücü ortaya koyamayan devletler birer “hedef ülke” haline konulmaktadır. Zira zafiyet beraberinde zayıflığı getirmektedir. Türkiye bunu çok acı bir şekilde test etmiştir.

Hiç kuşkusuz, bu yeni süreçte “caydırıcılık” esastır. Ve ülkelerin caydırıcılığı sadece kendi sınırları ile ilgili değildir. Sadece kendi sınırları ile “sınırlı” bir güç anlayışı kaybetmeye mahkûmdur. Bu, yeni oyunu ve onun kurallarını anlamamakla eşdeğerdir.  Caydırıcı güç, aynı zamanda oyun bozucu-oyun kurucu niteliğe de sahiptir.

Türkiye’nin kendi silah sistemlerini ve bu bağlamda Ar-Ge’sini geliştirmeye çalışması burada oldukça önemli bir yere sahiptir. Türkiye’nin kendi İHA ve SİHA’larıyla sahada daha etkili sonuçlar elde etmeye başlaması, terörle mücadele bağlamında ortaya koyduğu performans, Türkiye’yi tekrar güvenlik eksenli bir güç merkezi haline dönüştürmektedir.

Türkiye’nin bu hamlesine/arayışına yönelik silah sistemleri eksenli işbirliği teklifleri (örneğin S-400 ve Patriotlar örneğinde görüldüğü üzere) kadar; terörle mücadelesindeki başarısı kapsamında yeni işbirliklerinin, örtülü ittifak girişimlerinin altında da bu yatmaktadır. Türkiye, bu bağlamda Afrika’dan Ortadoğu’ya, Orta Asya’dan Güney Asya’ya kadar uzanan geniş bir hatta işbirliği yapılmak istenilen, aranılan güvenli bir aktör konumundadır.

Oyun Bozucu Olmanın Maliyeti!

Eğer Türkiye başta kendi sınırları içerisinde olmak üzere, yakın çevresinde Suriye ve Irak’ta terörle mücadelede başarılı bir sınav vermemiş olsaydı; başta Sykes-Picot düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olmak üzere, eski ve yeni projelere, dizayn girişimlerine meydan okumasaydı, yukarıda sayılan hususların hiçbirisi söz konusu bile olmayacaktı.

Dolayısıyla Türkiye’nin son yıllarda izlemeye başladığı revizyonist politika anlayışı; oluşturulmaya çalışılan yeni statükoya büyük bir meydan okuma olarak algılanmakta, Türkiye’yi bir hedef haline getirmektedir. Türkiye’ye yönelik artan açık-örtülü operasyonların altında da bu husus yatmaktadır.

Düne kadar küresel ve bölgesel çaptaki sorunlar karşısında mevcut sınırları ve dengeleri bozmamak adına sınırlı politikalar üreterek, var olan statükoyu bozmamaya çalışan Türkiye’nin yeni dış politikasından duyulan rahatsızlığın 15 Temmuz 2016’da zirve yapmasının altında da bu husus yatmaktadır.

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin temel hedeflerinden birinin Türkiye’yi tekrar statükocu politikalara mahkûm etmek olduğu şimdilerde daha net anlaşılmaktadır. Anlaşılan bir diğer husus da; okun bir kere yaydan çıkmış olması ve bunu hiçbir gücün Allah’ın izniyle engelleyemeyecek olmasıdır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *