Mesele “İnsanların inandığını düşündükleri inançların ne kadarını, ne derecede bildiklerinde!”

Mesele “İnsanların inandığını düşündükleri inançların ne kadarını, ne derecede bildiklerinde!”

Genel tabloya bakılırsa yaşanan ateizm veya deizm olmadığı gibi, yaşananlar sadece gençlerin problemi de değil… Her yaştan insan, ilkeleri, değerleri ve inandıkları ile başkalarının sınırlarını çizdiği ve kurallarını koyduğu bir hayat arasında bocalayıp kalıyor.

Deizm tartışmasına Prof.Dr. Yücel Oğurlu da, Diriliş Postasında bugün yayınlanan yazısı ile katıldı ve konunun gençlik merkezli olarak tartışılmaması gerektiğini, temelde yatan meselenin ‘bilmek’ ile alakalı olduğunu savundu. Deizm’in bir din gibi sunularak tartışmaya açıldığını da belirten Oğurlu, konuya devam edeceğini kaydettiği yazı dizisinin ilk bölümünde şunları yazdı:

Ortalıkta birdenbire panik halinde “deizm” konusu tartışılmaya başlanıldı… Bu defa Deizm bir felsefi akım olarak değil, sanki bir yeni bir din gibi sunularak… Çoklarına fırsat doğdu. Google taramalarının kıytırık konuları arasında artık yeni bir magazinimiz var: Deizm… Evet böyle bir tehdit var, ancak abartılan boyutta değil… Hem ne zaman olmamıştı ki?

Ama bugün deizm, hem panik halinde hem de farkına varılmadan biraz da “reklam edilerek” gündeme oturdu. Hatta kavram ateizm ile karıştırılarak tartışılır oldu. Bu konu, bugünün konusu değil aslında. Şimdi moda bir başlık olarak birdenbire herkesin kalem oynattığı popüler bir başlığa döndü. Yine gündemden aynı hızla düşmek üzere…

Âdem’in ve Nuh’un çocuklarından kalma bir miras değil mi bu farklılık? Din dışı kalma veya inançsızlık, 1880’lerde ilk defa pozitif felsefeyle karşılaştığında da; Modernizmle yüzleşildiğinde yaşanan savrulmada da; 1968 sonrası gençliğinde de, şimdilerde de var… Kıyamete kadar da var olacak bir temel farklılık bu…

Adı inkâr, inançsızlık, deizm, ateizm, agnostisizm veya yarın bambaşka bir şey olabilir. İnsanlığın ilk gününden bu yana vahyin çizdiği bir rota vardır ve bu rotaya uymaya çalışanlar; bir de bu rotayı görmeyen/göremeyenler vardır. Yeni bir şey yok ortada aslında. Ama durumu tam olarak anlamak zorundayız.

İnsanların çoğunun gençlik yılları, afili etiketler altında kendisini tanımlamak ve toplumda kendine saygı göreceği bir konum tutmak arzusuyla geçer. Bir siyasi kimlik veya felsefi akımla anılmak, moda ve trend akımları izlemek, kendisini yetiştiği aile ve çevresinden daha farklı ve seçkin göstermeye çalışmak bir çok kişinin kişiliğinin yerleştiği ergenlik ve daha sonra gençlik yıllarında yaşadığı değişmezlerinden.

Fakat bu arayış, tecrübe ve kimlik kazanımının ötesinde çoğu kez hüsranla sonuçlanabiliyor. Çünkü, bilgi ve algı kaynakları yeterince adil olmadığı gibi tarafsız da değil. Kendisini, din adamı veya tebliğci her ne olarak adlandırırsa adlandırsın dini anlatanların ehliyeti, anlayışı, muhataplarını ne derecede tanıdıkları, bilgileri, kaynak ve yorumlara vukufları ve hepsinden önemlisi temsil kabiliyetlerinin ne olduğu ilk sorgulanması gereken sebepler arasında…

Binlerce eski ve yeni öğrencim var. Kimisi artık mezun hukukçular olarak meslektaşım oldular. Öğretim üyesi, hâkim, savcı, avukat, noter. Diğer dostlarımız var. Onlarla da hayata dair konuşuyoruz. Her meseleden,  her telden… Ortak şikâyet değerler erozyonu,  kültürel yozlaşma ve ilkesizlik. İslam’ı değil, ama onun mensubu olan kendimizi sorguluyoruz. İnsani hırs ve zaaflar, yaşanan söylem-eylem çelişkisi, tutarsızlıklar ve fikir kargaşası… Üstüne üstlük, hepsinden beteri sözde terör çağrışımlarıyla İslam’ın adının sistemli şekilde kirletilmeye çalışıyor. Yaşananların tesadüfi olmadığında çoğunluk hem fikir.  Ancak yaşananlar bu kadar da basit değil.

İlk konu, insanların inandığını düşündükleri inançların ne kadarını, ne derecede bildiklerinde… İnanç ve uygulamanın (muamelat) “taklit” aşamasından “tahkik” (araştırarak derinlemesine öğrenme) aşamasına geçemediğini üzülerek tespit etmeliyiz. Örnek olarak kendisini “Hanefi Müslüman” olarak tanımlayan din adamlarından kaçı, mezhebin kurucu imamının “Beş Eser” adlı incecik kitabını okumayı bırakın, görmüştür. Veya “akıl ekolü” olarak adlandırılan ve zaman zaman ideolojik bir manivela olarak önümüze sunulan Orta Asya’nın dev ismi İmam Maturidi’den iki satır okumuştur. Hanefiler için sorulan bu soruları, kendisini Alevi Müslüman olarak niteleyen kanaat önderlerine yönelterek kaçının Hacı Bektaşi Veli’nin “Makalat” adlı eserini okuduğunu sorarsak aynı sonuca varırız.

Bir ebeveyn olarak şunları görüyorum: Okumadan ve “taklit”le inancını bir yere kadar sürdüren anne-babanın, bir öğretmenin bir çocuğa veya gencin sorularına verebileceği ne cevap olabilir ki? Çevreyi algılamaya başladığı andan itibaren çevresinde yaşanan her şeyi anlamaya ve anlam yüklemeye çalışan bir çocuğun zihin dünyası ile birlikte kişiliğinin geliştiğini birçok ebeveyn farkına bile varmadan ıskalıyor. Çocuk terbiyesinin henüz “anne karnında” başladığına inanan insanların çocuklarının ev, araba ve mesleki geleceklerine dair her türlü endişeye hazırlık yapan ebeveyn, çocuğu yetiştirmekte nerede yanlış yaptığını ancak gencin ergenlik döneminde veya ekonomik bağımsızlık kazandığında anlayabiliyor. Daha önceki yazılarda ifade ettiğim gibi, yaşamadığı geleneği, mesela çevresine göstermediği saygı ve nezaketi çocuklarının kendisine göstermesini bekliyor. Dışarıda görünenle evin içinde yaşanan veya söylemdeki ile muktedir olunduğunda yaşanan arasındaki çelişkiyi çocuk ve gencin zihni affetmiyor.

Yaşananları, herkes kendince farklı şekilde açıklayabilir: Problemi, “iman zafiyeti”, “modernizm karşısında yenilgi” veya “ahir zaman” olarak nitelendirmekle çözmüş olmuyoruz. Çözüm üretebilmek için teşhisi doğru koymak gerekiyor:

Genel tabloya bakılırsa yaşanan ateizm veya deizm olmadığı gibi, yaşananlar sadece gençlerin problemi de değil… Her yaştan insan, ilkeleri, değerleri ve inandıkları ile başkalarının sınırlarını çizdiği ve kurallarını koyduğu bir hayat arasında bocalayıp kalıyor.

Tespit ve çözümler ile bu hayati konuya devam edeceğiz…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *