Müftüoğlu: “Müslümanlar Ulus devleti kutsayan bir anlayışa büründüler”

Müftüoğlu: “Müslümanlar Ulus devleti kutsayan bir anlayışa büründüler”

Bize dayatılan anlayış uzlaşma değil, şizofreniktir. Bu şizofrenik dayatmacı anlayış, İslam’a nispet ettirmeye devam ediyor.

Atasoy Müftüoğlu Ankara Şehir ve Medeniyet derneğinde “Hakikat Bilincinin Kaybı” konulu bir konferans verdi. Müftüoğlu “İslamcılar insanları islam’a döndürmek için çözümlemeler yapmadı. İslamcılar kendilerini, zihnlerini, mantalitelerini yenileyemedi. Biz ebedi evrenselcilik anlayışını geliştiremedik. Bu anlayışı geliştiremediğimizden yeni bir hayat, yeni bir tasarım, yeni bir insan olmayacak demektir.” diye konuştu.

İşte Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun konuşmasından kısa notlar:

Bir toplum hakikat bilincini kaybettiğinin farkına varır, sorgulamalar yapar, kaybı telafi etmeye çalışırsa bir sorun yoktur, ancak eğer sorgulama yapmazsa bir savrulma ve sürüklenme yaşamak zorunda kalır.

Bu sürüklenme ve savrulmayı benimser, hayat tarzı haline getirir. Bu savrulma ve sürüklenmeyi bir kader haline getirir. Bunun neticesinde statükocu bir toplum oluşur. Statükocu toplumlar yenileşme bilincini geliştiremezler.

Statükodan kurtulmak istendiğinde de yeni bir dil, yeni bir anlayış ortaya koymak gerektiğinden  bu zahmetli, emek ve çaba isteyen anlayışı benimsemez.

Uyuşturuculara maruz kalan toplum statukoculuğu benimser. Statukocu anlayışın toplumları değiştirdikleri görülmemiştir.

Kendisi olmayı, hakikat bilincini kaybeden bir toplumun her şeyi eksiktir, yarım kalmıştır. Bir bütünlük mücadelesi oluşturması mümkün değildir.

Tamamlanmamış bir anlayışta bağımsızlığınızla birlikte, hakikat bilincinizi kaybettiğinizi fark edersiniz. Bu kayıp İçerden kaynaklanan sorunlardan kaynaklandığı gibi, dışarıdan kaynaklanan sorunlardan da kaynaklanmaktadır.

Hakikat bilinci kaybolmuş topluluklar gerçeğin ne olduğunu kavrayamaz.

Biz şu anda gerçeğin farkına varamıyoruz.

Bu gün anlayışımız sömürgeci bir mevcudiyet tarafından kuşatılmıştır. Toplumumuz, bir başka kültüre, bir başka entegrasyona maruz kalmıştır. Sömürgeci mevcudiyet, gerçeklikten uzaktır. Seküler, kapitalist kültür, kavramı ve kurumları belirliyor. Toplumun İslam’a ne kadar müsamaha etmesi gerektiğini, sınırlarını sömürgeci mevcudiyet belirliyor. İslamı ne kadar temsil edeceğimize sömürgeci mevcudiyet izin veriyor.

Şu an karşı karşıya kaldığımız konum İslam’ın kabul edeceği bir konum değildir.

Bize dayatılan anlayış uzlaşma değil, şizofreniktir. Bu şizofrenik dayatmacı anlayış, İslam’a nispet ettirmeye devam ediyor.

Bu duruma sessiz kalıyor, seslerinizi çıkaramıyorsanız, her şeyi meta gibi alınır satılır hale getiriyorlar. Meta gibi alınıp satılamayan şeyler anlamlı olmuyor.  Bu sebeple din de meta gibi alınıp satılıyor.

Her şeyi bize sömürgeciler belirliyor. Sömürgeciler ne düşüneceğimizi, nasıl düşüneceğimizi, ne kadar düşüneceğimizi, sınırlarımızı belirliyor. Müslümanların İslam’a ne kadar ihtiyacı olduğunu sömürgeciler belirliyor. Herkes kendisi için alınıp-satılan şeyler için alan buluyor.

Alınıp-satılamayan şeyleri değersizleştiren toplumlar, tarihin gerçekliğine maruz kalan toplumlar, tarihin öznesi olmazlar.

Bu topluluklar içerden kaynaklanan sorunlar nedeniyle tarihe kayıtsız kalırlar ve tarihin öznesi olmaktan çıkarlar.

İlahi varoluş tarzını seçenler, İslami sorumluluk bilinci düzeyinde bilinç ailesini seçmiş demektir. İslam dünyasındaki hiçbir yapı bilinç ailesini temsil etmiyor.  Bilinç ailesini temsil etmek demek, bilinçli yaşamak demektir.

İslami kesimlerin zaman zaman kullandığı medeniyet tasavvuru bahsi çok gerçekçi değil.

Bu gün hakim olan neo-liberal düşünce İslam bilincine yabancı. Malesef İslami bilinç neo-liberal tarafından yabancılaşıyor. Neo-liberal dünya görüşüne göre, her şey mübah.

Ama İslami dünya görüşünün bir çerçevesi vardır, sınırları, kuralları, ritüelleri vardır. Neo-liberal dünya görüşü sınırlarımızı belirliyor. Ne kadar İslami olduğumuzu belirliyor. Seküler görüş, dini alanın ontolojik meşruiyetini reddediyor.

Kapitalist ve neo-liberal anlayıştan daha beteri emperyalist anlayıştır.

Çünki yeni bir ideoloji ikame ediyor ve toplumlar bunu din gibi algılamak zorunda kalıyor.

Özellikle 18 yüzyılın sonu ile 19.yüzyılın başında emperyalist dünyada beyaz adamın misyonu uygarlık misyonu diye bir dil oluşturuldu.  Beyaz adamın üstünlüğüne dayalı bir dil. Bu Sömürgecilik aracılığıyla İslam toplumuna ihraç edilerek, uygarlaştırarak ! insan haline getirmeye çalışıyor.

Müslümanlar Ulus devleti kutsal bir anlayışa büründürerek benimsediler.

İslamcılar insanları islam’a döndürmek için çözümlemeler yapmadı. İslamcılar kendilerini, zihnlerini, mantalitelerini yenileyemedi. Biz ebedi evrenselcilik anlayışını geliştiremedik. Bu anlayışı geliştiremediğimizden yeni bir hayat, yeni bir tasarım, yeni bir insan olmayacak demektir.

Beyaz adamın dili, bütün uygarlık misyonunu kendi diline uyarladı. Batı dışında yaşayan insanları para için sömürgeleştirmek,  bilinçlerini dumura uğratmak için, düşünce alanlarının sınırlarının da belirlenmesi gerekirdi. Sömürgeleşmeyi zihinlere de yerleştirmeyi başardılar.

Toplumumuz hiçbir dönemde insan bilincini sömürgeleştirme ile ilgili bir anlayış ortaya koymamıştır.

Yedi düvelle savaşıyoruz söylemi yanlıştır. Hiçbir zaman entellektüel anlamda bir savaş verilmemiştir. İslam bilincini sömürgeleştiren toplumlar tarihin felsefe yapma hakkını kendilerinde tuttular. Tarihin kaydını tutturmayı da bize bıraktılar. Tarihin kaydını bize tutturma sebepleri ise, oyalayarak yeni bir bilinç ve fırsat vermemek içindir. Yeni bir hikaye üretmemiz içindir.

Speedhack diyor ki, “mağdun konuşabilir mi”?

Üretme yeteneği elinden alınan taklit eden, mağdun konuşamaz. Paradigma Savaşı’nı kaybetmeseydik, gerçeğin farkında olsaydık, zihinsel felsefik bir özgürleşme mücadelesi içinde olurduk.

Hiçbirimiz büyük fikirler tarihini okumadık.

Büyük topluluklar büyük düşüncelerle uğraşmışlardır.

Bu gün karizmatik figürler söz konusu. Karizmatik figürlerin yönetiminde, o sizin yerinize her şeyi düşünür ve uygular. Karizmatik figürler sizleri klişeleştirerek ufkunuzu kapatır.

Karizöatik figürler popülizmle halk için en iyi tercihleri yapacaklarını düşünüyorlar.

İslam tarihi bir özne olarak ortaya çıktığında, şu anda bile anlamadığımız bütün insanlıkla konuşmaya endeksli bir dil geliştirmiştir.

Şu anda siyaset, zonta ve maganda diliyle yapılıyor.

Popülizmle içiniz boşaltılır ve büyük Sürüler haline getirilirsiniz. Bu gün konuşulması gereken hiçbir şey konuşmuyor, hayati olmayan her şeyi konuşuyoruz.

Herhangi bir kolonyalist anlayışın emperyalizmiyle, diktatörlüğüyle, tiranlığıyla, iktidarının dayatmalarıyla çözümleme yapılamıyor.

Emperyalistlerin, tiranların sözcüklerin itibarının yanında islami sözcüklerin itibarı yok. Müslümanlar üst düzeyde kozmopolit bir kültür oluşturdular. İslamın güçlü olduğu dönemlerde bilginler birkaç dilde okuyup, yazıp konuşabiliyorlardı. Bugün bir tane bile bu kalitede bir düşünürümüz yok.

Türkiye’de Seküler düşüncenin dokunulmazlığı var. “Hiçbir şartta değiştirilemez” anayasal güvenceye sahip iken islamın herhangi bir güvencesi yok.

Bu iktidarlar sözcüklerin ideolojik iktidarı ile ilgili, entellektüel hayatı ile ilgili bir çözülme yapılmıyor.  Sayısal anlamda, kişi sayısına bağlı bir iktidar anlayışı hesapları yapılıyor. İktidar olmak ve devam etmek için sayısal çokluğa ihtiyaç var.

Dünya Müslümanlığı bir araya gelerek 21. Yüzyıl dünyasının dinamiklerine ilişkin çözümlemeler yaparak, ikna edici bir dille yeni bir seçenek ortaya koymaları gerekir. Özgürlük, bağımsızlık ve umut anlayışını entellektüel bir bakışla ortaya koyması gerekiyor.

İslam medeniyeti, içindeki unsurların katkılarıyla gerçekleştirmiştir.

Küreselleşme çağında, bizim toplumlar, yerli ve milli söylemiyle ortaya çıkılıyor.  Bu, ne yapacağımızı bilmediğimiz, geçmişte yapılanlarla iktifa ettiğinizin sonucudur.

İslam toplumu tek akla, tek bilince kilitlenmektedir.  Halbuki ortak aklı kullanmak gerekiyor.

Eğer Müslümanlar kendi bünyelerinden kaynaklanan bir olumsuz durum olduğunun bilincine varırlarsa sorumlulukları artıracak ve çok çaba sarf etmeleri gerekeceğinden bu zahmete katlanmak istememektedirler.

Dünyada post seküler tartışmalar yapılıyor. Bu tartışmaları Türkiye’de takip eden bir tek kimse yok. Hepimizin bir uyuşturucu tedavisi görmesi gerekiyor. Yüzlerce meczup din adına konuşuyor, din adına ahkam kesiyor.

Gençlerin; “üstatlar şöyle demiştir, böyle demiştir” dememesi kimseyi taklit etmesi gerekiyor. Düşünsel anlamda bu bir intihardır. 14. -15. yy. İslam dünyasında her sorun çözüldü, bütün sorunlara cevap verildi denilerek, düşünce dondurulmuştur.

Bu günün islam dünyası, batılı, mistik, işraki otoritesi altındadır. Onun için hiçbir İslami söylemin otoritesi yoktur.

Bugün post Seküler dönemle ilgili dini kamusal temsilinde nihilizmin ciddi katkıları üzerinde duruluyor. Biz bilgi üretemiyoruz.

Televizyon dizileriyle tarih bilinci oluşturmaya çalışılıyor. Bu yeni bir uyuşturucudur. Bu tarihi mevzuları tarih felsefesi bağlamında çözümlemek gerekiyor.

Osmanlı, batılı, mistik, işraki bilgiyi kabul ettiği için, bilgi üretme gereği duymamış, kendini yenileyememiş, kopya yapmış, taklit yapmıştır.

Bir toplum TV dizileriyle tarih bilinci oluşturamaz.

Allah’ın dinini muğlak, göreceli hale getirmiş sulandırılmıştır.

15 Temmuz süreci bir ABD projesidir. Said-i Nursi bu toplumun metafizik dünyasını meşgul etmiştir, yüzyıl kaybettirmiştir. ABD bu zihin dünyasından nasıl istifade edeceğini tespit ederek, 15 Temmuzun yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

Bu gün, ilahi mutlaklar ve sahte mutlaklar vardır. ilahi mutlaklar göreceli hale getirilmiş, sahte mutlaklar hayata yön vermeye devam etmektedir.

Kur’an yeniden nasıl tecrübe edilecek? Herkes İslam’ı tanımlamaya çalışıyor, ancak sahte mutlaklara karşı Kuran nasıl gerçekliğe dönüştürülecek? Bunun için sahte mutlaklara karşı nasıl bir mücadele vermek gerektiği üzerinde düşünerek çözümlemeler gerekiyor..

(Ekran Gazetesi)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *