Bilme/Anlama Yeteneğini Kaybetmek

Bilme/Anlama Yeteneğini Kaybetmek

İdeolojik ikiyüzlülükler sebebiyle Amerikan çıkarlarına hizmet eden diktatörlükler, kabile-aşiret yönetimleri meşru sayılırken, Amerikan çıkarlarına hizmet etmeyecekleri düşünülen (Cezayir, Mısır, Filistin) demokrasileri gayrımeşru sayılıyor. Bütün demokrasilerin ne pahasına olursa olsun, Batı’nın ekonomik/stratejik çıkarlarını gözetmeleri isteniyor.

Bilme/Anlama Yeteneğini Kaybetmek

Atasoy Müftüoğlu

İslam’ı, İslami bütünden, bir dünya görüşü-dünya düzeni ve hayat tarzı bütünlüğünden bağımsız kimi parçalar yoluyla algılamak hangi parça olursa olsun, bu parçalardan her hangi birisine indirgemek çok büyük bir bilinç hasarı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Bugün, İslami bütünle, temsil ettiğimiz parçalar arasındaki mesafe büyük bir uçuruma dönüşüyor.

Aziz İslam’ı, sömürgeci dünya görüşü tarafından çizilmiş çok kısıtlı bir alanda algılıyor, yine çok kısıtlı bir alanda temsil etmeye çalışıyoruz. İslam’ı hangi parçada temsil ediyor olursak olalım, bu parçalar gerek seküler gerekse geleneksel statükoyu aşan hiçbir şey vaat etmiyor.

Sömürgeci dünya görüşünün izin verdiği ölçüde, bu dünya görüşünün sınırları içerisinde kalmaya özen göstererek İslam’ı istiyoruz. Modern-seküler-kapitalist-liberal dünya görüşü ve hayat tarzıyla bütünleştiğimiz için çok ağır kimlik ve aidiyet tahribatı yaşıyoruz. Toplumlarımız, modern ya da geleneksel anlamda taklit ve tekrar’a dayalı bir kültürü tükettikleri için, büyük ölçüde bilme ve anlama yeteneğini kaybetmiş bulunuyoruz. Bu kültürle hesaplaşmadığımız takdirde, şimdiden sonra da hiçbir şeyi bilmeyi ve anlamayı başaramayacağız. Hangi konuda, neyi ve ne kadar bilmemiz ve anlamamız gerektiğini, bizlere, kendilerini taklit ve takdis ettiğimiz dini ya da politik liderler anlatmaya/söylemeye devam edecek.

Günümüz dünyasında Müslümanlar, seküler/liberal/kapitalist dünya görüşü tarafından kuşatılan, belirlenen, baskılanan, kısıtlanan, sınırlandırılan, parçalanan, aşağılanan, kontrol edilen, zayıflatılan, etkisiz ve işlevsiz kılınan, siyasal alana/bilince yaklaştırılmayan, nesneleştirilen, özgünlük, özne olma ve siyasal bağımsızlık arayışı savaş nedeni sayılan bir konuma mahkûm edilmiş bulunuyor. Katlanması mümkün olmayan ve hemen/acilen yüzleşmemiz gereken bu konumla yüzleşmek yerine, hamasete sığınmak gibi marazi bir başka konumu seçiyoruz. Hamaset’in hiçbir zaman gerçekleşmeyecek şeyleri vaat etmek demek olduğunu her nasılsa hiç hatırlamıyoruz.

Mağlupların kaderi, her durumda, galiplerin peşinde sürüklenmek olmamalı.

Müslümanlar olarak bizlerin, İslam’ın ontolojik bağımsızlık, meşruiyet ve otorite iddiasını/talebini, zamanın, insanlığın, tarihin gündemine yeniden kazandıramamak, yeniden kazandırma mücadelesinin nasıl başlatılabileceğini, nasıl gerçekleştirilebileceğini, nasıl sürdürülebileceğini düşünememek/konuşamamak gibi çok derin bir sorunumuz var. Bu derin sorun, sömürgeci dünya görüşünün, felsefenin, ideolojinin iktidarını/egemenliğini sorgulayamamak, aşamamak ve reddedememekten kaynaklanıyor.

Dünyanın neresinde olursa olsun, bireysel-içsel dindarlıkta yaşanan çoğalma, toplumsallaşma, kurumsallaşma dikkat edileceği üzere, hiç kimseyi, hiçbir şekilde rahatsız etmiyor, endişeye sevk etmiyor. Bireysel-içsel dindarlıklar hamasetle teçhiz ve tahkim edildiğinde, kitleler, kendilerinin İslami bir düzende yaşadıklarını düşünebiliyor. Ancak, İslami siyasal bilincin/kavrayışın hayata ve tarihe yeniden girişi, kendisine hangi ölçüde olursa olsun zemin açması, bu konuda ontolojik-epistemolojik, felsefi meşruiyeti yeniden sağlamaya, temellendirmeye çalışması, çok ciddi rahatsızlıklara neden olabiliyor.

İslami meşruiyetin, otoritenin, modern proje tarafından etkisiz hale getirildiği günden bu yana ve bugün, İslam dünyası toplumlarının maruz kaldıkları çok yönlü saldırılara, insanlık ve dünya nezdinde ikna edici, olumlu yankılar uyandırabilecek nitelikte, entelektüel-kültürel-felsefi karşılıklar verilemiyor. Modern projeye gereği gibi İslami karşılıklar verilebilmiş olsaydı, Avroamerikan proje ideolojik önceliklerini evrenselleştirmeyi başaramayacaktı. Fransız Devrimi siyasal bir hareket olmaktan çok, felsefi bir hareketti. Erken modern dönemde ilk evrenselliğin ölçütlerini büyük ölçüde Fransız felsefesi belirledi. Bu durum, “beyaz adamın misyonu” dilinin; düşüncenin ve felsefenin yozlaşması, yozlaştırılması pahasına uygulamaya konulduğunu, konulabileceğini gösterir. Bu uygulamaların kurumsallaşması sebebiyledir ki “insan hakları” ve “ demokrasi” söylemleri ideolojik ayrımcılığın maskesi olarak rahatlıkla kullanılabiliyor. İdeolojik ikiyüzlülükler sebebiyle Amerikan çıkarlarına hizmet eden diktatörlükler, kabile-aşiret yönetimleri meşru sayılırken, Amerikan çıkarlarına hizmet etmeyecekleri düşünülen (Cezayir, Mısır, Filistin) demokrasileri gayrımeşru sayılıyor. Bütün demokrasilerin ne pahasına olursa olsun, Batı’nın ekonomik/stratejik çıkarlarını gözetmeleri isteniyor.

Modern bütün kavramların, ideolojik çıkarlar-öncelikler için kullanılabilecek ölçüde açık uçlu ve muğlak kavramlar olduğunu bütün insanlık açıkça görebiliyor. Bütün insanlık, bütün değerlerin dünya sisteminin önceliklerine göre yorumlandığını, özgürlüğün, yalnızca bırakınız yapsınlar kapitalizminin özgürlüğü olduğunu görüyor. Bütün insanları bir hesap makinesine dönüştüren bir dünyada yaşadığımız için, her geçen gün çok daha derinleşen toplumsal hastalıkları ve ahlaki duyarsızlıkları/kayıtsızlıkları hiç gündemimize almıyoruz. Ahlaki duyarsızlık ve kayıtsızlıklar, toplumları, toplumlarımızı, toplumsal görevlerini ve sorumluluklarını yerine getiremeyecek ölçüde körleştiriyor.

İslami düşüncenin, bilgi’nin, bilgeliğin zamanın dışında konumlandırılmış olması sebebiyle, İslami düşünce, bilgi ve bilgelik birikimini güncelleyemiyor, şimdi’de, bugün’de bir varlık ve hayatiyet belirtemiyor, bu nedenle de her zaman yaptığımız gibi geçmişe sığınma ihtiyacı duyuyoruz. İslami anlamda fail olmadığımız için, İslam’ı yalnızca bir etiket olarak taşıyoruz. Kapitalizm/sekülermiz/liberalizm gibi sahte/yanış/ideolojik mutlakların hayatın her alanında fail olması karşısında mutlak bir kayıtsızlık sergileyebiliyoruz. Hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, burada sözünü ettiğimiz kayıtsızlık durumunun, İslami-ahlaki-insani hiçbir açıklaması-gerekçesi olamaz.

Kişisel anlamda değil, kamusal anlamda düşünen, aklını, kalbini, bilincini, birikimini kamusal anlamda kullanan düşünürlerimiz, alimlerimiz olsaydı, bu anlaşılması imkansız konumumuzla ilgili ikna edici açıklamalar/yorumlar yapabilirdi.

Modern dünya görüşünün, hukuk-siyaset sisteminin işlevsel üstünlük iddiaları, bu iddiaların emperyalizm yoluyla dünya ölçeğinde yayılarak kurumsallaştırılmasının gerçekleştirilmesi, İslam dünyası toplumlarında, düşünsel ve kültürel hayatın modern büyük anlatılara, ideolojik anlatılara eleştirel olarak yaklaşamaması, bu anlatılardan şüphe duymaması sonucunu doğurdu. Eğer, düşünce ve kültür hayatımız büyük anlatılara eleştirel olarak bakabilseydi, bunlara şüphe ile yaklaşabilseydi, toplumlarımız büyük anlatılara dayalı dünya görüşüyle, hayat tarzıyla bir entegrasyon içerisine girmeyecekti. Maruz bırakıldığımız bu entegrasyon sebebiyle toplumlarımızda sonsuz ve mutlak olan bütün değerlerin, anlam ve amaçların yerine, sahte mutlaklar geçti. Bu nedenledir ki bugün, her tür otorite, meşruiyet ve irade sahte mutlaklara nisbet edilmek suretiyle hayata geçiriliyor; otorite, meşruiyet ve irade sahte mutlaklar tarafından kullanılıyor.

Toplumlarımız, sözünü ettiğimiz entegrasyon sebebiyle İslami bütüne ilişkin varoluşsal perspektifleri temel-hayati noktaları kaybetti. Şimdi’ye ve bugüne büyük ölçüde yabancılaştık. Halen, düşün hayatımız, kültür hayatımız, ilahiyat ve edebiyat hayatımız bu büyük yabancılaşma, bu büyük inhiraf/sapmayla ilgili tarihsel bir çözümleme yapabilmiş değil.

Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun kendi irade ve tercihleri dışında, sistematik bir şekilde, ideolojik bir entegrasyona tabi tutulması, tabi tutulabilmesi, güç ilişkileriyle yönetilen bir dünyada yaşadığımızı gösterir. Yalnızca bir bölgenin (Avrupa’nın) kendine özgü hayat tarzını ve dünya görüşünü emperyalizm yoluyla Batı dışı toplumlara dayatması kadar büyük bir kötülük düşünülemez.

İslami Analiz

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *