Şahsiyet (Kişilik)

Şahsiyet (Kişilik)

İslâm ile sağlam kişilikler oluşturmaya koşunuz. Okuyunuz Kur’an’ı ve ahlâk edininiz. Göreceksiniz kişiliğinizi oluşturacak en sağlam esaslar Kur’andadır…

Ercümend Özkan

Şahsiyet, Türkçeleştirilmiş karşılığı ile kişilik, kişi olma, kişilik taşıma, tanınan kişilik anlamına gelmektedir. Genel anlamı daha insanın annesinden doğuşunu takiben beliren bu kelime giderek özel anlamlar yüklenmekte ve genel anlamını taşarak bir özgünlük ifade etmektedir. Daha özel anlamda ise şahsiyet bir belirginliğin ve bu belirginlikle ayırdediciliğin ifadesi haline dönüşmektedir. Bu dönüşüm daha çocuk yaşlardan itibaren kendini göstereceği gibi, biraz daha ileri yaşlarda da temayüz etmeye başlayabilir.

Bir isim ve soy isim taşımaya başlamakla başlanır hayata.. Lâkin giderek bu isim ve soyismi taşıyanın göstereceği tavırlar, bakışlar, yürüyüşler, düşünüş ve hareket edişler kişiliğin şöyle veya böyle teşekkülünün başlangıcını teşkil ederler. Kişi belki başlangıçta veya ilk nazarda fiziği ile dikkatleri çeker. Lâkin dikkat çeken fiziğin ötesi merak edilir ve insanlar bu ‘öte’ ile daha yakından ilgilidirler. ‘Öte’yi meydana getiren öğeler tümüyle davranışlar olarak tezahür ederler. Davranışlar ise temelinde bir düşüncenin yüzeysel veya derin de olsa bir düşüncenin ürünüdürler. Zira insan düşünebilir bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu yüzden de ondan düşünmesi, düşünerek hareket etmesi, düşüncelerinin olduğu gibi hareketlerinin de doğruluğu, tutarlılığı gözlemlenmek istenilir. Düşünce ve davranışlardaki tutarlılık, istikrar (kararlılık) diğer insanlar için bir güven unsurudur. Güven, meydana çıkan kişiliğe, şahsiyete güven, bir tutarlılığın sonucu olarak ortaya çıkar ve diğer insanlar üzerinde olumlu etkiler yaparak böylesi kişiliklere verilen önemi artırır. Önemsenmeyi ise tüm insanlar doğaları gereği ister.

İnsan düşünmeye istekli, öğrenmeye meraklı olmalıdır. Nitekim bu özellik doğasında vardır. Daha bebek iken bile en yakınından, annesinin kucağında gülmeyi ve mimikleri öğrenmeye başlar. Yürümeyi de onun yardımı ve kendi çabası ile beceren bebek giderek eşyayı tanımaya doğal merakı sonucu kırarak, dökerek de olsa, haz alarak veya acı çekerek de olsa öğrenmeye başlar. Nitekim ana dilini de böyle öğrenir. Annesinin öğretmeye çalışması, kardeşlerinin yardımı, babasının güven verici ve büyümesine katkıda bulunan ilgi ve koruması ile hayatı bir ucundan öğrenmeye başlamıştır insan, küçük insan.. Böylece giderek büyür. Artık ayakları üstünde durmanın, kendi kendisi olmanın yolu giderek açılmaktadır kendisi için.. İnsanların tümü analarının karnından birşey bilmez halde, çıkarıldıklarından bütün bildikleri, yaşamaya başladığı küçük çevresinden ibârettir. Bu çevre çocuğun sokağa çıkma yaşına gelmesiyle biraz daha genişler. Okula gitme çağında ise, kendisi gibileriyle daha çok muhatab olmaya başlar. Değişik görgü, bilgi evresinden gelenlerle teması küçük insanın giderek büyümesinde katkısı bulunan şeylerdir.

Belli bir yaşa gelinceye kadar ve hayata bir mukallid olarak başlayan insan önce annesinin, kardeşlerinin, babasının, komşu çocuklarında gördüklerinin, okuldakilerde gördüklerinin taklidi ile teşekkül ettirmeye başladığı kişiliğinin ilk tuğlalarını üst üste koymaya ve yığmaya başlar. Ama bir yaştan itibaren, hattâ bu yaşa yaklaşırken farklı şeyler olur. Bu yaş büluğ yaşıdır. Dışarı vuruş şekli ile bunu biz cinsiyetinin farkına varma, cinsiyetini farketme olarak algılıyor ve genelde böyle tanımlıyoruz. Cinsiyeti de insanı, hattâ kişiliği meydana getiren bir unsur olduğuna göre bunun da farkına varması elbette ki şahsiyetinin teşekkülünde bir önemli hususu teşkil etmektedir. Artık cinsiyetinin de farkına varmış kişi, kendisine verilmeye çalışılanlara paralel olarak gelişme gösterir. Düşünmeye, eşyayı anlamaya, bazı değerleri sahiplenmeye başlamasında ya taklid ağır basacaktır, ya da geliştirilmesi için özen gösteriliyorsa muhakemesi ağır basacaktır kişinin. Bu gelişmenin yönünü de kendisine gösterilen ilginin niteliği belirler.

Doğasında bulunan özelliklerle yaşayacak ve kişiliğini geliştirecek olan insan, kendisine verilen terbiyenin niteliğine bağlı olarak fıtratından sapmalar gösterebileceği gibi, fıtratının gereğine uygun olarak da kişilik geliştirebilir. Bütün mes’ele insanın terbiyesindeki kurallar ve bu kuralların algılanış şeklindedir. Bu kuralların fıtratına uygunluğu, eşyanın tabiâtına mutabık oluşu ve kişiliğin gelişmesinde rolü bulunanların bu değerleri kişiye veriş biçiminin önemli ve hayatî önemi vardır. İnsan doğası huşunetten (hırçınlıktan) hoşlanmaz. Mülayemet, yumuşaklık ona etki etmenin genel geçer yoludur. Doğru değerler de olsa kişiye kazandırılmak istenirken yapılacak usul hataları kişinin gelişmesinde olumsuzluklar doğurabilir. Hilkaten -ruhî yapısı ve fiziği- güçlü olanlar için olumsuz etkisi az da olsa, kişinin gelişmesinde sağlıklı bir kişilik ortaya çıkarabilmesinde onun terbiyesinde rolü bulunanların, yaşadığı ortamın hattâ daha öteye giderek söylemek gerekirse yiyip içtiğinin bile rolü bulunduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Giyinmesi, oturduğu semt, aile çevresi, akrabaları, okul arkadaşları, anne babanın birikimiyle çocuklarına kazandırabildiklerinin tümü çoğunun kişiliğinin teşekkülünde önemli ve öncelikli rol oynarlar. Bozulduğunda fark edilen doğal ortamın, çevre temizliğinin -ki bütün unsurlarıyla çevre temizliğinden söz ediyoruz- dahi insan kişiliğinin teşekkülündeki rolü başından beri bilinmektedir. Geleneksel olarak sahip bulunduğumuz bu konudaki bilgiler bize rahatlıkla emin ipuçları vermektedir. Temiz bir havada, doğal gıdalarla ve bozulmamış doğada doğup büyüyen bir çocuğun ruhî yapısındaki sağlamlık dikkatleri çekecek boyutlardadır.

Düşünebilmenin kendisine öğretildiği insan belki bir süre öğretilenlerin yanlışlığını farkedemeyebilir. Lakin bilinmelidir ki düşünebilen insan eninde sonunda doğrulara ulaşacaktır. Zira düşünmenin doğasında bu özellik vardır ve insanı doğrulara götüren bir sürecin adıdır düşünmek. Düşünmek, algılanılan şeyi anlamaya, tanımaya çalışmaktır. Ya zâtı itibariyle bir şey algılanmaktadır veya izi, eseri yoluyla algılanması söz konusudur. Hangisi yoluyla olursa olsun algılama, insanda algılananla ilgili eski bilgilerin ışığında tanınmaya, anlaşılmaya çalışılır. Bu tanınma muamelesinin adı ise mukayesedir, muhakemedir. İnsanın yeni algıladığı bir şeyi, önceki algıladıklarından kendisinde kalanlarla mukayesesinin önüne geçilemez. Mukayese, isabetli illet beraberliklerindeki isabet oranında kişiye yeni algıladığı şeylerle ilgili sağlıklı sonuçlar çıkarmasında baş yardımcıdır. Sağlıklı mukayeseler sağlıklı muhakemeler, hüküm vermelerle sonuçlanır çoğu zaman. Zira doğal sonucudur sağlıklı mukayeselerin sonucunun sağlıklı muhakemelerle sonuçlanması.. Bir daha bir daha gözden geçirilen ve hep gözden geçirilen yargılar şayet vaktiyle sağlam görünmesine rağmen çürük iseler, zaaf taşıyorlarsa tekrar tekrar yapılan mukayeseler, muhakemeler, bir diğer ifade ile sağlamasını yapmalardan herhangi biri sonucunda bu yanlışlık farkedilir ve yanlış terkedilerek karşılaşılan doğruya sahiplenilir. Bunun içindir ki insan hiçbir hükmünü yeniden gözden geçirmemezlik etmemelidir. Bundan sakınmanın bir anlamı yoktur. Zira şayet varılan hüküm doğru ise yeniden gözden geçirilmesiyle doğruluğundan bir daha emin olunur. Yanlış ise yanlışlığının görülme, fark edilme ihtimali artırıldığından bu işlemin yapıldığı herhangi bir seferinde yanlış görülür ve düzeltilme yolu tutulur. Üstelik doğrular sağlamalarının yapılmasından korkuları olmayan gerçekler değil midirler?

Söz konusu olan bir kişiliğin teşekkülü ise ve bu kişilik, onun sahibinin kendine güvenini artırdığı gibi, başkalarına da güven veren bir kişilik ise böylesi kişiliğin gelişip teşekkül etmesi ve hep kendini yenileyen, olayların arkasında kalmayan bir kişilik olmalı ise böylesi bir kişiliğin teşekkülü gerçekten hayatî önemi haizdir. Kendi fıtratını gerçeğine uygun olarak tanıyan, eşyânın gerçeğini kavrayan, kendini yaratanla, diğer insanlarla ve eşya ile ilişkilerini sağlam esaslar üzerine kuran bir kişilik özenilecek bir kişiliktir. Kişiliklerin güven vericilikleri ile örnek alınılırlıkları doğrular üzerinde bulunmaları, görüşlerindeki isabet, tavırlarındaki istikrar ile tutarlılığın sonucudur. İnsan olması bakımından yanılmak da insan içindir. Ama böylesi bir kişilik oluşturanlar yanılabileceklerini akıllarından hiç çıkarmadıklarından sürekli olarak kendilerini gözden geçirirler. Tıkızlık yoktur düşüncelerinde.. Takılıp kalmazlar. Akışkan bir düşünce, onların sağlıklılığını sürdürmesinde önemli rol oynar.

Başkalarının yaptıkları kıskananlar, hased edenler bilinmelidir ki hasta bir yapıya sahiptirler. Bu hastalıktan kurtulmanın yolu o başkalarının yaptıklarını kıskanmak değil, onların yaptığı gibi yapmaya çalışmaktır. Bu çalışma ola ki kıskanılanların fakat yaptıkları yapılamayanların yaptıklarını geçme sürecinin yoludur. Başkalarının yaptıklarını beğenebilme güzel bir haslettir. Güzel düşünce ve davranış sahibi olmak güzel olduğu gibi bu güzelliğin farkına varabilmek de ondan aşağı kalmayan bir başka ama, aynı cinsten bir güzelliktir. Zaten güzel düşünebilmek ve davranabilmenin yolu güzeli tanımaktan geçmiyor mu? Tanınmayan, bilinmeyen güzellik, farkedilmeyen güzellik kendisine imrenilecek şey de olmuyor. Bir başkasında karşılaştığı güzelliği farkedebilmek, aynı cinsten hattâ daha üst düzeyde bir başka güzelliğin yapılabileceğinin işareti, ilk belirtisidir insan için. Bu sebeble de güzellikler, iyilikler hased edilen değil, daha iyisi yapılmaya mestehak şeylerdir. Çekememezlik insan doğasına aykırıdır. Üstünde durulduğu ve kurtulunamadığı sürece de insan doğasını kirletir, bozar. Doğasının bozulmasına göz yummamalıdır insan. Zira aslolan sağlıklı bir doğanın sahibi bulunabilmektir.

Birbirinin pek yakın akrabası durumunda bulunan ve insan doğasının düşmanı bir başka hastalık da kibirdir, kendini beğenmedir. İnsanın kendine güvenmesi ile kendini beğenmesi ilk bakışta aynı gibi görünmesine rağmen biri diğerinden çok farklı; biri hayat veren ama diğeri hayatı karartan iki ayrı şeydir. Tıpkı vakar ve gurur gibi, biri diğerinin tersi şeylerdir.

Kibir, yani gurur koftur, içi boştur. Kendine güvenin ise içi doludur ve bir kofluk değildir. Kibir bilmediği halde biliyorum sanmadan, kendisinde bulunmadığı halde bulunduğunu zannetmeden kaynaklanır. Zaten sahih bilgi insana gurur vermez. Kendine güven verir. İnsan, bildikçe, öğrendikçe bilmediklerinin farkına varır. Bu farkediş insanı bilmediklerini de öğrenmeye ve öğrendikleriyle amel etmeye sevkederken, kibir öyle değildir. Bilmediği halde biliyorum zanneden insan, üstelik bilmediğini de bilmez. Bu sebeble de herşeyi bildiğini sandığından yeni bilgi edinmek ya da bilgisini gözden geçirmek gereği de duymaz. Zira kibir insanın gözünün önündeki perdedir. Bu perde kalkmadıkça insan gözünün önünü bile göremez. Kibir, büyüklük taslamadır. Gerçek büyüklük yalnız Allah’a has olduğuna göre O’nun kulları büyüklüğü de, sahibi Allah’a bırakmalı ve ‘ben büyüğüm’ havalarına girmemelidir. Zira zulmetmiş olur kendine. Kibirlenerek önce nefsine (kendine) sonra da başkalarına zulmetme sürecinin bir diğer adıdır kibirlenmek. Sahih düşünce ve salih amel olgun bir meyve gibidir ve üzerinde bulunduğunu yere doğru eğer ağırlığıyla. Tıpkı bir ağaç gibi. Meyvesiz ağaçların dalları havaya doğru kalkık olduğu gibi kibirlilerin de burunları havaya kalkmıştır. Herkes görür ve bu diklik gözlere batar. Ne yapıp yapıp vazgeçmelidir.

Şahsiyet sahibi olmak deyimi de doğru düşünceliliğin ve tutarlı davranışların sahibi olmak anlamında kullanılmaktadır. Kişilik sahibi olmak güven vericidir. Herkes fıtraten güven verici olmayı ister ve sever. Ama kimileri gereğince değerlendiremediğinden tutarsızlıkları ile güven verici olunacağını sanır ve tabii ki aldanır. Fakat çevresi aslâ aldanmaz. Hemen farkedilir bu çiğlik. Üzerinde çiğlik bulunanlar da kerih görünür insanlara..

Gerçek bir kişilik taşımanın, imrenilecek bir şahsiyet olmanın en sapmaz yolu iyi bir müslüman olmaktan geçmektedir. İslâm’ın değerlerini gereği gibi kavramak, anlamak ve hayatına geçirebilmek şahsiyettir. Ki bu zor da değildir. Zaten zor olanı, yapılması mümkün bulunmayanı insanlar için seçmiş olsaydı Allah mutlaka zulüm etmiş olurdu yaratılışını bildiği insana.. O’na ise zulüm yakışmaz ve yaraşmaz. Zaten zulüm bir eksikliğin, bir noksanlığın tezahürü değil midir? Allah ise eksiklik veya noksanlığın her türlüsünden müstağnidir. Bu sebeble de zâlim olamaz. Zira kâdirdir O. Peygamberimiz hazâ bir şahsiyet sahibidir. Bu şahsiyetini İslâm’la bulmuş, İslâm’da bulmuştur. Gerçekten insanı yaratan, İslâm’la onun gerçek kişilik sahibi olmasını dilemiştir. Hem sair kulları nezdinde, hem de kendi nezdinde itibar görmesi için insanlar için, kulları için İslâm’ı seçmiştir din olarak. Din bütün bir hayatı kapsayan düşünce ve davranışların tümüne rengini, kokusunu sindiren ve adetâ insanı kendisi haline getiren şeyin adıdır. Tabiidir ki din seçerken insan fıtratını göz önünde bulundurmalı, eşyanın tabiatına uygunluğu düşünmeli ve hele bunu kendisi için yaratıcısı Allah yapmış ve kendisi için hazır olarak elçileri vasıtası ile göndermişse mutlaka o dine teslim olmalıdır ki emîn olsun. İnsan aldanabilir, insanlar aldatabilir lâkin yaratıcı Allah kullarını aslâ aldatmaz. Aldatmak bir eksikliktir. Allah ise eksiklikten münezzehtir.

İslâm ile sağlam kişilikler oluşturmaya koşunuz. Okuyunuz Kur’an’ı ve ahlâk edininiz. Göreceksiniz kişiliğinizi oluşturacak en sağlam esaslar Kur’andadır. Kur’an’daki esasları hayatına geçiren Resulullah örnek kişiliğini bu kitabtan edinmiştir. Hepimiz için de yol budur. Başka yol arayan hem yanılır, hem de boşa aramış olur. Boşa çalışmak ise insana yakışmaz. İnsan kendisine verilen akıl ile dolu dolu bir hayat yaşayabilir, hayatını anlamlandırabilir.

Kur’an kişiliği, kişiliklerin en güzelini oluşturur. En emîn kişiliği oluşturur.

(İktibas, sayı 155)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • mert
    12 Mart 2019, 15:20

    harıka bır yazı ALLAH RAZI OLSUN

    REPLY