Modern Dünyanın “Mele”leri

Modern Dünyanın “Mele”leri

İktidar nimetlerinden yararlanarak, iktidarın yanında olan bu kimseler, içinde yer aldıkları iktidarlarının yaşamasında büyük başarılar elde etmektedirler. Öyle ki bu iktidarların varlıklarını sürdürebilmeleri büyük oranda bu dayanak sayesinde mümkün olabilmektedir.

Toplumsal ifsadın öncüleri -I-

Bu makalede Kur’ani bir kavram olan “Mele” incelenip, kavramsal olarak izaha gayret edilirken, modern anlamdaki karşılıkları da gündeme getirilmeye çalışılmıştır. Makale 3 bölüm halinde yayınlanacaktır. İlk bölümde, “Mele” kavramına değinilerek, “Mele” kavramının modern paradigmadaki karşılığı olan “Medya” irdelenmeye çalışılmaktadır. İkinci bölümde “Sermaye”, üçüncü bölümde ise “Aydın” kavramına temas edilecektir.

“Mele” “kavmin eşrafı, ileri gelenleri” demektir.  Bu keli- me, Arapların bir şey tıka basa dolduğunda, deyimlerinden alınmıştır. “Çok meşgul, işleri pek yoğun olup, işlerini olabildiğince’ düzenleyen kişiler” manasınadır. Onlar, bu ayrıcalık üzerlerinde görüldüğü için bu kelime ile tavsif edilmişlerdir. Onlar, kalplere heybet, meclislere de saygı ve korku saldıkları, üstün akıl için bu ismi almışlardır.(1)

Mele, “Arapça “dolmak, doldurmak, bir kimseye yardım etmek anlamındaki “melee” kökünden türeyen Mele’ kavramı: bir görüş üzerinde birleşen topluluk, bir toplumun ileri gelenleri; yöneticilerin görüşlerine başvurup danıştığı, toplumun yönetiminde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan grup anlamına gelmektedir. Ayrıca sözcük olarak hırs, zan, şüphe ve ahlak gibi anlamları da vardır.

Mele aynı zamanda bir hükümdarın çevresinde danıştığı ve hükümdar üzerinde belli bir etkisi olan kişiler topluluğudur da. Bu bakımdan hükümdar veya yöneticinin Müslüman olup olmaması önemli olmayıp, bir peygamber veya Müslümanların halifesinin-imamının çevresindekine de mele bulunabilir.(2) Firavun kendi melesine danışıp görüştüğü gibi,(3) Süleyman’dan (as) kendi melesine danışıp istişare (4) etmiştir. Mele kavramını, Kur’an genellikle toplumu etkileyip yönlendiren ve yöneticilere danışmanlık yapan kimseler için kullanmaktadır. Aslında nötr bir kavram olan Mele’ olumlu veya olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Ancak Kur’an bu kavramı -bir iki ayet dışında- ayetlerin tamamında olumsuzluk içeren bir anlamda kullanmaktadır.

Müşrik toplumların önde gelenlerini, vahye karşı koymada halkı örgütleyenleri, peygamberlerin davetini boşa çıkarmak için her türlü fitneyi kullananları, şirk toplumlarını vahye karşı ayakta tutmaya çalışanları ve bunun için organizatörlük yapanları, halka akıl ve yön verenleri, Kur’an, ‘mele’ olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Kur’an, bütün vahiylere ilk itiraz edenlerin, Allah’ın dinine ilk karşı çıkanların daima ‘mele’ takımı olduğunu bildirmektedir.

Yönettikleri toplumların iman etmekten yüz çevirmelerini sağlamak için her türlü yönteme başvuran ve sahip oldukları bütün imkanları bu uğurda harcayan ‘mele’ zümresi, tarihin her döneminde sürekli tevhide karşı şirki ayakta tutmaktan yana olmuştur. Bu gerçek geçmişte böyleydi, günümüzde de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır. Günümüzün müşrik toplumları, geçmişteki müşrik toplumlardan farklı olarak ‘mele’ sınıfına, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan siyasetçi ve din adamlarını da dahil ederek, vahye karşı en büyük desteği onlardan almaktadırlar.

İktidar nimetlerinden yararlanarak, iktidarın yanında olan bu kimseler, içinde yer aldıkları iktidarlarının yaşamasında büyük başarılar elde etmektedirler. Öyle ki bu iktidarların varlıklarını sürdürebilmeleri büyük oranda bu dayanak sayesinde mümkün olabilmektedir.

Bütün sistemlerde/toplumlarda siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranların, bu gücü en iyi şekilde kullanmalarını sağlamada baş aktörlük yapanlar o sistemin ‘mele’sidirler. Günümüz modern toplumlarında tekelleşmiş/kartelleşmiş sermaye, medya, güvenlik güçlerinin bağlı olduğu merkezler, kültür ve sanat merkezleri, parlamentolar, ‘mele’ sınıfını oluşturmaktadırlar. Bu sınıfta yer alanlar, bir toplumda halk ne durumda olursa olsun her türlü imkana ve konfora sahip olarak yaşarlar. Karar mekanizmaları ellerinde olduğu için sürekli kendi haklarını koruyucu düzenlemeler yaparak bu yaşantılarını güvenle sürdürmeye çalışırlar.”(5)

İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda ‘mele’ takımı refah içinde yüzen şımarıklardır. Her türlü imkana sahiptirler, tabiri yerinde olursa yedikleri önünde yemedikleri arkasındadır. Toplumun nasıl geçindiği bu kişiler için önemli değildir. Kendileri refah içinde yaşarken, toplumun büyük çoğunluğu yokluk içinde yaşar.(6) Bu imtiyazlarının elinden kaybolmaması için de gelen bütün nebileri ilk yalanlayanlar bunlar olduğu gibi, nebilerin karşısında duranlarda bunlardır.

‘Mele’ bütün nebilerin hayatında ve davetlerinin karşısında olumsuz yönde etkin bir rol oynamış, o günden bu güne aynı işlevini sürdürmektedir. Modern dünyanın da, mahiyet olarak o günün ‘mele’ takımına benzeyen ama bugüne ait kendine özgü strateji ve davranış geliştiren ‘mele’leri vardır. Bunlar modern dünyanın ‘mele’leridir.

Modern Dünyanın ‘mele’leri

“Andolsun, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik, Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür” dediler.”(7)

Zaman ve mekan değişse de, insan fıtraten aynıdır ve bütün fıtri özellikleriyle aynılık gösterir. Yaratıcısına ilk isyan eden iblisin, “ben ondan daha hayırlıyım” demesiyle, bugün benim ırkım diğer ırklardan daha hayırlıdır diyen ulusalcı söylemini sahiplenen modern zihnin yapısı da aynıdır. Allah’ın dostlarının ve düşmanlarının tanımları asırlar önce nasıl idiyse, tutum ve tavırlarını nasıl sergilemişlerse, asırlar sonrada tanım aynı tanımdır ve tavırlarda mahiyet olarak değişiklik yoktur.

Medya

Dünyamız, bin yıl öncesinin aynısı olmadığı gibi, yüz yıl hatta elli yıl öncesinin de aynısı değildir. Gelişen dünya, dönüşen insanlık modern dünyanın kıskacında şeytan ve dostlarıyla sürekli yüz yüze gelerek hayatını sürdürmektedir. Daha önceki dönemlerde, bir şehir halkını etkileyebilecek, yerel iktidarlarının egemenliğini sağlayabilecek olan halkın ileri gelen seçkinleri, bulundukları dar alanda, karşılıklı paslaşmalarla nebilere ve davetlerine engel olmaya çalışıyordu. Önceleri, “Ey şehir halkı” diyen seçkinler, bulundukları şehrin insanına seslenebiliyordu.

Dünya değiştikçe, bilim ve teknolojik alanda ilerledikçe, hitap kabiliyetleri de, hitap ettikleri kilelerde genişlemeye başladı. Öyle bir duruma gelindi ki, Poul Vallery’in dediği gibi, “bütün dünyayı hesaba katmadan bir şey yapılamaz oldu.”

Bu gün iktidarlar, sermaye-medya-aydın üçlüsünü yanına alarak (tabi ki en üst basamakta kapitalist sermaye bulunmakta), gerek iktidarların devamı için, gerekse kimlerin iktidar olacağını belirme noktasında etkin olarak rol almaktadır. Otorite, kurduğu iktidarının devamını sağlamak için, sermaye ve medyayla ortak hareket eder. Aydınlar da yeni paradigmayı yorumlar.

Bunlar tarihsel süreç içerisinde İslami algıda, Firavun-Karun- Belam (8) üçlemesi olarak bilinirler. Bu üçleme her zaman direk olarak İslami Hareketin önüne düşman olarak çıkar ve mele takımını oluşturan unsurlar bu üçlünün içerisinde bulunur. Her ne kadar bu üçlünün tanımlandığı tarih üzerinde bin yıllar geçse de, gerek mahiyeti bakımından gerekse işlevi bakımında bugünde varlığını modern ve postmodern anlamda sürdürmektedir.

Dikkat edilirse bugün yeryüzünde ifsadın yayılmasında, şerrin küreselleşmesinde ilk öne çıkan, otorite destekli medyadır ve insan onurunu itibarsızlaştırma gayretlerinde başat rol oynar. İslami hareket özelinden çıkarak bütün insanlığı konuşacak olursak da durum yine aynıdır. Yeryüzü insanlığının kapitalist oligarşi (9) tarafından baskı altına alınmasında ve tüketim kültürünün körüklenmesinde, bilinçlerin ezilmesinde, hakikatin netliğine dair yanılgılarda, medya en üst seviyede rol oynar. Öyle ki toplumsal dönüşümde sergilediği tavırla medya, insanların her türlü tercihine kendisi karar vermekte, medya tarafından ürünlerin seçimi bir yaşam tarzı haline getirilmekte, böylece seçkin bir yaşam tarzı sürekli vurgulanmaktadır.

Türkiye gibi sanayileşmesini gerçekleştirememiş ve beraberinde Batılı anlamda burjuva değerleriyle tanışık olmayan ülkelerde, reklam yoluyla geniş kitleler mümkün olduğunca tüketici olmaya ikna edilmekte ve tüketim alışkanlıkları kazandırılmaktadır. Medyanın buradaki temel amacı, insanlara temel gereksinimlerini karşılayacak ürünleri sağlamaktan öte; onlara tüketim ürünleriyle birlikte verilen değerlerle özdeşleşecekleri kimlikler sunmak ve bu yapay kimliklerin satın alınmasını sağlamaktır.(10)

Medya, çok sayıda kültür ve dünya görüşüne kendini ifade etme özgürlüğü verir. Bu ise bir tek, ‘gerçeklik’in algılanmasını engeller. Bu çoğulcu iletişim ortamında artık gerçekliğin hiçbir merkezi koordinatı yoktur. Medya toplumunda, akıcı bir bilinçte ve kişinin her şeyin nasıl olduğunu bilmesinde şekillenen özgürleşim ideali yerini, çoğulculuğa ve gerçeklik ilkesinin erozyona uğramasına dayanan bir özgürleşime bırakır. (11) Toplumsal dönüşümlerin gerek sağlanması, gerekse engellenmesi eyleminde ortaya çıkan ilk unsurun medya olduğu görülse bile, aslında hakikat, otoritenin, sermaye-medya-aydın üçlüsüyle birlikte hareket ettiğidir.

Her ideoloji, iktidara geldiği andan itibaren, kendi medyasını ve kapitalist sermayesini oluşturma mücadelesi verir. “Sembolik seçkinler” olarak tanımlanan, akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, yönetmenler, gazeteciler, sahip oldukları yaşam standartlarını kaybetmemek ve konumlarını tehlikeye atmamak için gücün ve iktidarın hizmetinde statükonun devamı için işbirliği yaparlar. Böylece bu kesim, sınıflı toplumlarda mevcut üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine hizmet ederler.(12)

Medya aynı zamanda, siyasi aktörlerden biridir ve kamusal alanda da iktidarın yanında yer alarak, düzenlemeler yapmaktadır. Siyasi erk sahipleri, medyayı kontrol edebilmek için bazı yetkiler ya da yardımlar vermeye yönelir. Bunun sonucunda da siyaset kitle iletişim araçlarını kendi amaçları doğrultusunda kullanır. Bu amaçla bazı konuların gündeme getirilmesini bazılarının ise arka plana atılmasını sağlayabildikleri gibi, bazı krizler medya yayınları ile manipüle edilerek toplumun daha kolayca kontrol altına alınması da sağlarlar.(13)

Gözlem ve deneye dayanan, birçok araştırma ve bulgulara göre medya, durum belirlemede ve gerçekliği şekillendirmede çok etkin bir role ve güce sahiptir. Bu etkiler ise daha çok, medyanın mülkiyetini ya da kontrolünü elinde bulunduran kişi ya da kesimlerin ihtiyaçları, ilgileri, istek ve beklentileri doğrultusunda gerçekleşmektedir. “Düzmece ya da propaganda amaçlı olaylar” veya “suni gündem” betimlemesinde de açıklıkla ifade edildiği gibi medya, olayları ve gerçekleri az ya da çok, kendi bakış açıları doğrultusunda çarpıtır. Hatta kimi zaman belirlenmiş konulara dikkat çekip amaçlanan doğrultuda tepkiler yaratabilmek için; kimi zamanda salt reyting uğruna düzmece olaylar uydururlar.

Kısacası denilebilir ki, medya gerçekleri istismar etmek, olayları olduğundan farklı gösterip çarpıtmak (ki biz buna manipülasyon diyoruz) gücüne, en azından potansiyel olarak sahiptir.(14)

Medyanın fonksiyonun yeryüzü ölçeğinde artmasında, küreselleşmenin de etkili olduğu bir gerçektir. Dünya üzerindeki coğrafi sınırların önemini yitirmesi ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile birlikte mekan kavramı da önemini yitirmiştir. Artık bireyler, dünyanın neresinde olursa olsun dünyada olup biten olayları anında izleyebilme ve olaylardan haberdar olabilme şansına sahiptir.(15)

Anlaşılacağı üzere medya, egemen ideolojilerin devamı açısından, olmazsa olmaz konumundadır. Medya, günlük yaşamdan politikaya, siyasal gelişmelerden uluslararası ilişkilere kadar her konuyla ilgili olması ve her konuyu yapım malzemesi olarak değerlendirmesi nedeniyle toplumsal gündemi de elinde tutan bir rol oynamaktadır. Egemenler, iktidarlarının devamı için ya kendi medya ayaklarını oluşturacak, ya da medya üzerinde baskı kurarak, medyayı kendi lehlerine çevirecekler.

Burada esas sorunu İslam Alemi ve Müslümanlar yaşamaktadır. Medya gücü, gerek ulusal gerekse küresel iktidarların elinde, tamamen idealist Müslümanlara çevrilmiş yaylım ateşi yapmakta. İstediklerini masum, istediklerini zalim, istediklerini de terörist yapabilmekteler. Küresel düzeyde Müslümanlar arasında bir birliktelik sağlanamasa bile, küresel düzeyde bir medya ayağı mutlaka kurulmalıdır. Yardım kuruluşlarına sürekli yardım eden varlıklı Müslümanlar ve koordinatörler bu konuyu mutlaka gündemlerine almalıdır. Bu nasıl sağlanır, nasıl koordinasyonu yapılır üzerinde mut- laka düşünülmelidir.

Dipnotlar:
1 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: cilt 12 sayfa 543
2 Ali Ünal Kurda Temel Kavramlar sayfa 420
3 -“(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere (mele): Bu dedi, “Doğrusu bilgin bir büyücüdür. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?” (Şuara 26/34-35)
4 –“Süleyman: “Ey önde gelenler (mele), onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?” dedi. (Neml 27/38)
5 İktibas Dergisi, Sayı: 305, Mayıs 2004
6 “Kendi kavminden, inkar edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: “Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir.” (Mü’minun 23/33)
7 Mü’min 40/23-24
8 Mü’min suresi 40/23,24
9 Kapitalist oligarşi: Sermaye gücünün azınlık bir grubun elinde bulunduğu sömürü çarkını ifade eder
10 Erdal Dağtaş-Banu Dağtaş “Tüketim Kültürü, Yaşam Tarzları, Boş Zamanlar ve Medya Üzerine Bir Literatür Tartışması”
11 Abdulkadir Atik Arş. Gör. Şeyma Bilginer Erdoğan “Toplumsal Bellek ve Medya”
12 Necla Mora “Medya, toplum ve haber kaynağı olarak sembolik seçkinler”
13 Gül Dilek Türk “Demokrasinin Dördüncü Kuvveti Yeni Medya Teknolojileri”
14 Ali Arslan “Medyanın Birey, Toplum ve Kültür Üzerine Etkileri” Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi
15 Çiğdem Dirik Küreselleşme Çerçevesinde Küresel Medya-Türk Medya ilişkisi sayfa 64 Doktora Tezi

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *