Kesin İnançlılar

Kesin İnançlılar

Yüzlerce dernek ve vakıf, bir dünya tarikat ve cemaatin varlık sebebi onları var edenlerin kesin inançlarından başka bir şey değildir. Bu farklılıkları Dinin/Kur’an’ın farklı yorumlanması noktasında ele alarak vaziyeti kurtarmak bana göre iyi niyetli bir yaklaşımdır.

Eric Hoffer, Kesin inançlılar isimli kitabında “Kesin inanç adamı kendini ayrıcalıklı, dünyaya nur saçmaya gelmiş bir kişi, uysal görünüşlü bir savaşçı ve dünyanın mirasçısı olarak görme yanılgısına düşer. Kendi inancında olmayan kişiler onun için birer iblistir ve söylediklerini dinlemeyenler kahrolacaklardır.” diyerek kendince bir tespitte bulunmuş ve zaten kitabın genel havası da bu istikamettedir.
Şimdi biz bu tespit yanlıştır diyebilir miyiz?
Diyen desin de biz ne diyoruz onu dile getirelim…
Hz.Muhammed’den sonraki süreci az çok herkes bilir…
Özellikle Muaviye dönemini baz alırsak Hz.Ali ve çocuklarını ekarte eden anlayış neydi?
İktidarı ele geçirme mücadelesi olmasının yanı sıra, bu mücadeleyi türlü hile ve tuzaklarla kendi lehine geliştiren Muaviye’nin kendi Dini ve siyasi görüşlerini mutlak doğru olarak görmesi değil miydi? Neticede iktidar yani güç yani otorite yani mal mülk sahibi olmayı istemek ve bunun için her türlü yola başvurmak da bir inancın gereği olmasından başka bir şey miydi?
Öyle olduğu için hile ve desiselerle insanlar öldürülmedi mi, öyle olduğu için babadan oğula bir saltanat süreci başlatılmadı mı? O ve ailesinin zulmünden kurtulmak için mücadele veren ve sonunda bunu başaran Abbasi iktidarları da benzer süreci devam ettirmediler mi?
Aralarında adil ve iyi insanların/yöneticilerin olması tarihi sapmayı meşrulaştırmıyor ki!
Bu bağlamda Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine atıf yapmama gerek var mı?
Bu işin bir de cemaat, tarikat, mezhep gibi boyutları var; güncel manada da dernekler, vakıflar ve bunların uzantısı yazılı ve görsel medyası var…
Yüzlerce dernek ve vakıf, bir dünya tarikat ve cemaatin varlık sebebi onları var edenlerin kesin inançlarından başka bir şey değildir. Bu farklılıkları Dinin/Kur’an’ın farklı yorumlanması noktasında ele alarak vaziyeti kurtarmak bana göre iyi niyetli bir yaklaşımdır. Çünkü var olan bu anlayış ve yapıların birbirleri hakkında neler yazdıkları, neler söyledikleri ortadadır. Sapık, kâfir, mezhepsiz, fitne çıkarıcı, bölücü, kamplaştırıcı gibi ötekileştirici kavramlar bu durum için üretilmiş gibidirler. Farklı yorum istişare ve dayanışma ile aşılabilecek bir şeydir ama insanların birbirleri hakkında zan yürütmesinden, mezkûr kavramlar birer mermi gibi boca edildikten sonra kim anlaşmayı, kaynaşmayı, bir arada olmayı ister ki? Amiyane ifade olarak görülse de yazmak durumundayım: Öküz altında buzağı aramak, İslami hassasiyetleri önde giden biz Müslümanların en iyi üstesinden geldiği işlerden biridir.
Nitekim Eric Hoffer bu durumu sanki bizim için dile getirmiş: “Bütün kitle hareketleri birbirleriyle rekabet halindedir ve birinin kazandığı taraftar, diğeri için bir kayıptır.”
Eric Hoffer’in bir başka iddiası daha var ki bu da aslında günümüz ayrışmalarını ve sebeplerini ortaya koymaktadır: “Bütün kitle hareketleri, taraftarlarında ölümü göze almak ve birlikte eyleme geçmek duygusu yaratır. Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri aşırılığı, gayreti, parlak umudu, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körükler.
Bütün kitle hareketleri hayatın belirli bölünmelerinde güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdir ve körü körüne bir inanç ve sadakat ister. Kesin inançlı kendi siyasi, dini, felsefi inancının ‘mutlak gerçek’ olduğuna, bunu başkalarına zorla uygulamak gerektiğine bağnazca inanır. Hiç şüphesi, hatta merakı bile yoktur. Bu yüzden, okumuşlarında bile cehalet havası sezilir.”
Yukarıda da ima ettiğim gibi bugün var olan cemaat ve tarikatların, resmi uzantıları olan dernek ve vakıf taraftarlarının söz ve eylemlerinde Hoffer’in bu dedikleri ne yazık ki içkin durumdadır.
Hoffer’den son olarak şu satırları iktibas edelim: “En heyecan verici iç düşmanlar ‘dış güçler’e ’emperyalizm’e, ‘beynelmilel Yahudi’ye bağlı olanlardır. İdeal bir düşmanın yabancı olması gerekir, yerli düşmanın yabancı soydan geldiği iddia edilmelidir…”; “Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar.”
Burada kesin inançlılar derken, “Ne yani biz kesin inançlı değil miyiz, Müslümanlık iddiası kesin inançlı olmayı gerektirmez mi?” sorusu bana göre yersizdir. Çünkü dert başkadır. Çünkü bu günümüzün siyasi ve Dini alanda var olan çekişmeleri, sosyal dokudaki ayrışma ve kamplaşmayı görmemek demektir.
Sonuç olarak diyebilirim ki: Müslümanlar olarak Allah’ın emir ve tavsiye buyurduğu istişare ve dayanışma gibi kavramlara hakkınca hayat verebilseydik sanırım bu niza, bu ayrışma, bu kamplaşma vuku bulmazdı veya çok daha az olurdu. Kendi durduğumuz yeri öylesine mutlaklaştırmışız ki dışarıdan gelen uyarılar umurumuzda bile değil.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *