Vicdanlarımızı Kirleten Bencillikler

Modern-seküler dünya ideolojik anlamda büyük bir özgüven içersinde bulunurken, bizler, bu özgüvenle hesaplaşmayı aklımızdan geçirmiyor; düşünsel/kültürel/manevi aşağılanmaya tahammül etmenin yollarını arıyoruz.

İçerisinde yaşadığımız tarihsel olayların bütün boyutlarıyla anlayabilmek için, olaylara birkaç çerçeveden birlikte bakmak gerekir. Tek bir çerçeveden baktığımızda her şeyi göremeyiz. Kendilerini her hangi bir hizbe/cemaate ya da partizanlığa hapsedenler olaylara tek çerçeveden bakarlar ve bu bakış bütün taraftarları tatmin eder. Tarihsel olaylara hem içeriden, hem de dışarıdan bakabilmek daha çok bilgelikle ilgili bir hassasiyeti yansıtır. Herhangi bir hizbin/cemaatin ya da partizanlığın dili, kitlelerin ilgisini kazanabilmek için, kitlelerin hayal dünyalarına, mitolojilere ve efsanelere tenezzül eden bir dil’dir. Bu dil, kitlelerin mitolojiler/efsanelerle oyalanmalarını, aldatılmalarını, hayal dünyalarında yaşamaya devam etmelerini sağlar. Hayal dünyalarında yaşamak, kitleleri güçsüzleştirir.

Kozmopolit bağlılıklar sebebiyle toplumlarımız seküler/liberal/kapitalist kültürle kaynaştığı için, farklı kimlikler arasında gidip geliyorlar. Farklı kimlikler arasında gidip gelenler, kendilerini sorunsuz bir şekilde hem Müslüman, hem seküler, hem liberal, hem de kapitalist olarak tanımlayabiliyor. Yeni bir İslami tasavvur üzerinde çalışabileceğimiz, bağımsız bir zemine bile sahip olmadığımız halde yeni Türkiye’den söz edebiliyoruz. Cumhuriyet Türkiye’sinde siyasetin ve eğitimin laikleşmesiyle ilgili, hukuk ve kültürün laikleşmesiyle ilgili çalışmaların, modern-seküler Türk kimliğinin icat edilmesinin, Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Yahudi/Alman bilim adamlarının katkılarıyla gerçekleştirildiğini unutuyor, bunları hiç konuşmuyoruz.

Konformist geleneklerimiz sebebiyle zorlu tercihlerden kaçmanın yollarını bulabiliyoruz. Düşünsel/kültürel/entelektüel anlamda bir yönsüzlük içerisinde bulunduğumuzu hatırlamak bile istemiyoruz. Kapitalist/seküler/liberal hayat tarzına karşı, dünya görüşüne karşı mesafeli ve eleştirel bir tavra bile sahip değiliz. Modern-seküler dünya ideolojik anlamda büyük bir özgüven içersinde bulunurken, bizler, bu özgüvenle hesaplaşmayı aklımızdan geçirmiyor; düşünsel/kültürel/manevi aşağılanmaya tahammül etmenin yollarını arıyoruz. Düşünce hayatımız, sanat/edebiyat hayatımız, kendi inanç ve düşüncelerini, bağlılıklarını bir bütünlük içerisinde açıklamaktan aciz, silik ve etkisiz bir dil kullanıyor. Müslüman entelektüeller, yazarlar, akademisyenler maddi konumlarını kaybedebilecekleri endişesiyle, görüşlerini açıkça belirtmiyor.

İslam dünyası toplumlarında her aşırılık, her bencillik, bir sorun ve çatışma kaynağı haline geliyor. Bencillik merkezinde şekillenen çarpıtılmış hikayeler, hikayenin bütününü görmemizi engelliyor. Vicdanlarımızı kirleten, bilincimizi kirleten bencilliklerimiz anlaşılması mümkün olmayan kafa karışıklıklarına ve muğlaklıklara neden oluyor. Neo-nurculuk örneğinde de görülebileceği üzere çok trajik tercihler yapılıyor, cemaat emperyal statükonun hizmetinde yer alabiliyor.

İslam dünyası toplumları apolitik bir dünya görüşü ve siyasal miyoplukla malûl bulunduğu için taşralı-sağcı yaklaşımların baskısından bir türlü bağımsızlaşamıyor. Taşralı sağcı yaklaşımlar içerisinde bulunmak demek, sağlıklı düşünmemek demektir. Bencil karşıtlıkların neden olduğu yarılmalar nedeniyle cemaatler/mezhepler herkesi ilgilendirmesi gereken hayati sorunlarla değil, yalnızca kendilerini ilgilendiren özel sorunlarla ilgileniyor. Geçmişten miras aldığımız birikimle yetindiğimiz için, yeniden üretme ihtiyacı duymuyoruz. Kendimizi yenileyebilecek kaynaklara sahip olan İslami birikimimizi yenileyemiyoruz. Bir yanda çok ateşli iyimserlikler içersinde yaşarken, bir diğer yanda İslami bütünü somut bir gerçekliğe dönüştüremediğimizi, dönüştürmek üzere bir programımız olmadığını unutuyoruz. Gündelik politik gelişmelerin coşkusuna kapıldığımız için, entelektüel/kültürel bağımlılıklarımızla ilgili gündemi takip etmiyoruz. Büyük çaplı, niteliksel-yapısal inşa ve dönüşümlerle ilgilenmediğimiz için, küçük çaplı, niceliksel ve maddi başarılarla büyülenebiliyoruz.

Sahici umutlara ve sahici beklentilere sahip olabilmek için, yaralar ve fırsatlar doğrultusunda politika yapan siyasal görececiliğin sınırlarını aşmak gerekir. Yararlar ve fırsatlar doğrultusunda siyasal görececiliğe dayalı politikalar uygulayan ülkelerin bu gün küreselleşme tarafından ekonomileri ve kültürleri neoliberal dönüşüme maruz bırakılıyor. Ekonomileri ve kültürleri dönüşüme uğratılan ülkelerin egemenlikleri de bir şekilde zaafa uğratılmış bulunuyor. Bu durum, Türkiye örneğinde de görüldüğü üzere, ilgili ülkelerin ekonomi ve kültürlerini emperyal işgale hazır hale getirebiliyor. İslam dünyası toplumları kendilerini içtenlikle sorgulayabilen kişilikler/kadrolar tarafından yönetiliyor olsalardı, karşı karşıya bulunduğumuz bu gerçekliği nasıl aşabileceğimizi kamu oyunun gündemine taşır, romantik umutları popülist/hamasi dili politik gündemin merkezine koymazlardı.

İslami anlamda yapısal bir değişim ve dönüşümün imkanları/şartları üzerine anlatılabilecek bir hikayemiz yok, ancak; ahlaki ve manevi bir duyarlılığın ötesine geçemeyen bir dini hayatın içerisinde yaşadığımız halde, İslam’ın hakim olduğu bir toplumda yaşadığımızı sanmaya devam edebiliyoruz. Nerede durduklarının, nereye gitmeleri gerektiğinin bilincinde olmayan toplumlar, hiçbir yere gidemezler. Bu tür toplumlar yabancılaşmış/yabancılaştırılmış yerliler olarak hayatlarını sürdürmekte bir sakınca görmezler. İdeolojik, etnik/mezhepçi sınırlar/karşıtlıklar radikal farklılık duyguları üretir. Putlaştırılan her yorum, her sözcük, her kavram, her görüş insanları düşünemez hale getirir. Etnik asabiyet adına, mezhep asabiyeti adına işlenen zulümleri, kötülükleri, cinayetleri mahkum etmediğimiz takdirde ümmetten söz edemeyiz. Hangi bağlamda olursa olsun, çok katı ve dokunulmaz kılınan kavram çerçeveleri eleştirel düşünceye imkan vermez. Gerek İslam dünyası toplumlarında, gerekse modern Batı da, icad edilen basit, keyfi karşıtlıklar düşüncenin yoksullaşmasına neden olur.

İktibas, Mart 2015, sayı 435

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *