Bir “Tık” Yeter

Bir “Tık” Yeter

Bir ‘tık’ yeter; yeter ki samimi, adaletli ve yetkin olsun!

Bu yazı biraz dedikodu tarzında; biraz sitem, biraz eleştiri ve biraz da talim terbiye amaçlı ele alınmıştır. Öncekiler gibi! Her yazının bir muhatap kitlesi ve bir amacı vardır; eğer suya yazılar değilse! Ki o dahi hepten boş bir çaba olarak görülemez! En azından balık bilmezse Halık bilir! Unutulmamalıdır ki, insan taltif edilmeyi sever, emeğinin karşılığını almak da! Kırılganlık da gösterir, alınganlık da! Bunun haklılığı, sebepleri tartışılabilir. Bu yazı dolayısı ile okurların/yorumcuların olumlu ve olumsuz katkıları, etkileri tartışılacaktır. Tabi bizim zaviyemizden, bize göre! Mesele farklı açılardan da ele alınabilir mutlaka!

Mesele, sitede yayımlanan yazılarla ilgili ‘tıklanma’ meselesi… Meselenin birbiriyle ilintili çok boyutu var. Yazarı, yazıyı, hassaten konuyu ve isabetliliği, muhatapları, mesajı, etkileri, getirdikleri götürdükleri vb. açılardan… Her yazı bu açılardan ele alınabilir; desteklenebilir veya eleştirilebilir, yeterli ve etkili bulunabilir veya reddedilip olumsuzlanabilir. Ama görmezden gelinemez! Bu yazar açısından da böyledir, yazı ve konu açısından da! Elbette yazarlar arasında bir tercih sıranız ve sınırlamanız olabilir, bu doğaldır da! Zira tümünü takip etmeye ne imkân yeter ne de vakit! Konu açısından da böyle olabilir. Öncelikleriniz; ilginizi çekenler, çekmeyenler olabilir.

Lakin bu söylenenler genel bir yazım/yayım alanıyla ilgilidir. Yoksa özel ve özgün bir site ise mevzubahis olan, o zaman bazı hassasiyetler, kriterler, ilkeler, tutarlılıklar gündeme gelecektir otomatikman. Gelmelidir de! Sizin beklentileriniz ne kadar doğalsa, site moderatörlüğünün, dahası yazı sahibinin de doğal olarak beklentileri vardır, olacaktır. Yoksa niye yazılsın, çizilsin ki? Elbette sanal ortamların kendi yapısından kaynaklanan sıkıntıları vardır. Bunların aşılabilen, aşılamayan kısımları olacaktır. Biz, bizi ilgilendiren ve aşılabileceğini düşündüğümüz kısmıyla ilgili yolculuğumuzu sürdürelim!

Bu yazı bir ‘tık’ meselesi açısından ele alınmaktadır, dediğimiz gibi! Meselenin nitelik ve nicelik açılarından tahliline çalışacağız. Bu ilk elde okuyucu kitlesi, ‘tık’ sahiplerini ilgilendirmektedir. Sonra da ‘içerik’ açısından tahlilimizi sürdüreceğiz. Bu da hem yazarı hem site yönetimini hem de yine okuyucuyu/yorumcuyu ilgilendirmektedir.

Bu sitenin farkında olanlar bu bilgi ve bilinçlerine paralel olarak duyarsız, umarsız davranamaz, yazarlara ve yazılara bigâne kalamazlar. Sorumluluğun ikinci aşaması tüm farkında okurları mes’ul kılmaktadır. Ki varsa sorunlar, dile getirilen size sunulan bilgiler paylaşılsın, doğrular çoğalsın. Yani bir ‘tık’ borcunuz var, sorumluluğunuz veya! Dahası bu tıklamayı etkin kılmak, arkasında durmak, iletmek, daha da ‘tık’lanması için çaba göstermek şartıyla! Sorumluluk ilave sorumluluklara kapı ararlar zira! Katkı sunmak, varsa eksiklik fazlalık uyarmak ve düzeltmek, eleştiriye açık olarak eleştirisini sunmak sürecin doğal uzantısıdır. Etkileşimin olmazsa olmazıdır. Meselenin tıklanma ve tıklayan kalitesi açısından da sorgulanması gerekmektedir. Mükerrer, kasıtlı nicel ‘tık’lar süreci tıkamakta, algı yanılsamalarına sebep olmaktadır. Burada da meselenin bir ‘adalet’ boyutu vardır. Doğal olarak sayfanın açılmasından, yeniden göz gezdirilmesinden, varsa eğer yorumların takibinin, tahlilinin amaçlanmasından doğan sayısal artışlar masumdurlar. Onlara sözümüz yok! Lakin iş olsun, alışverişte görsünler için ‘tık’ tıkırtıdan başka anlama gelmez! İşin sanallığını ve banallığını artırır sadece! Bu bir farkındalık değil; adaletsizlik ve züldür! Yazının başka platformlara taşınmasının buna etkisi ne kadardır bilemiyorum.  Ama şunu söyleyebilirim; madem bir yazı taşınacak/alınacak, seçicilikteki kriteriniz nedir, bunu deklare etseniz iyi olur, değil mi? Takım tutar gibi adam/yazar mı tutuyoruz! Bu bir yere kadar anlaşılabilir olsa da, algıda seçicilik oluşturmak ve diğerlerinin ‘güme gitmesin fırsat sunarak, ‘söylene söz’ açısından meselenin ıskalanması anlamına gelebilir! Gündemi kısırlaştırmak olabilir! Haksız rekabet(!) konusu olabilir! Bir bakıyorsunuz bir yazı bir anda bin-iki binleri geçmiş! Bu sayıda bir okur, haydi ferden tekrarları çıkın, bu anlaşılabilir bir durum değildir! Hayra alamet de değildir! Sorarlar adama ‘ne haldesiniz, nerdesiniz’ diye! Yine sorarlar, ‘elinizden gelen bu ‘tık’ı niye diğerlerinden esirgiyorsunuz’ diye! ‘Kıskançlık, çekememezlik, beğenmemişlik, küçümseme, müstağnilik..’ ne kadar etkili bu işte diye de eklerler!.. Bir birlik ve beraberlik, ortak çaba ve aynı hedeflerden bahsedilirken siz, alanı daraltıp oyunu bir kişi ve konu üzerinden kurmaya, okumaya çalışacaksınız! Cefası birilerine, neması birine kalacak öyle mi?!

Bir de yazının tıklanması yanında genellikle bir satırlık bir yorumun esirgenmesi söz konusu. ‘Ne katkısı olur’ demeyin. Bir istişare, teati imkânı, meselenin başka açılardan, başka gözlerle, fikirlerle açılması, konunun zenginleşmesine katkı sunacak, fıkhedilmesini kolaylaştıracaktır bu. Tabi burada da bir sanallık ve banallık kokusu gelmekte, suiistimal fırsatına dönüştürülebilmektedir mesele! Şöyle ki; yorumcu ve yorumu yorumlayan genellikle bu sanal âlemde ismini cismini de sanallaştırarak, atışı serbest sanmaktadırlar genellikle! ‘Üslubu beyan aynıyla insandır’ fehvası unutulmuş, kalem ve sözler kılıç ve ok gibi kullanılır olmuştur. Meseleyi bağlamından koparıp kişi ve kurumlara hakaret vakayı adiyeden olmuştur. Bu insan olana yakışmaz! Müslümanım diyene hiç yakışmaz! Hele belli bir seviyeye gelmiş, çıtanın seviyesini yükseltmiş, nitellik iddiasındaki, farkındalık izharı içindeki çevrelere hiç mi hiç yakışmaz! Yakışmadığı gibi bunun hesabı da verilemez! Bu resmen hak ve hukuk ihlalidir. Elbette itiraz, eleştiri sonuna kadar herkesin hakkıdır; hakka hukuka riayet şartıyla! Burada moderatötlüğü de sorumluluk düşüyor, haliyle ve haylice!

Tıklanmayla ilgili nitel ve nicel eğilimlerin bu eleştirisinden sonra ‘içerik’ ile ilgili de bir şeyler söylemeliyiz.  Genelde reaksiyoner, bize gösterilmiş, dayatılmış gündemlere eklemlenerek yazıp çizmeler söz konusu! Satırlardan sadırlara sirayet edilemiyor! Kalıcı ve sıhhatli bir etkileşim oluşturulamıyor. Bir değişim ve dönüşüm kılavuzluğu haline getirilemiyor çabalar. Tek tük, asla dokunmadan teğet geçen, sürekliliği olmayan, günübirlik değiniler, üst üste konulamayan malumat yığınları halinde, hakikaten sanallıktan sağaltmaya dönüşemeyen, hakikati hikmetle aktarmayı ilke edinmeyen bir faaliyet haline bürünmüş gözüküyor bu site formatındaki yazım çizim işleri! Ali Şeraitinin bir sitemi vardı, bir konuşmasında (İnsanın Dört Zindanı adıyla yayımlanan kitapta) ‘hep aynı sınıfta kalmak’ diye; muhatapların değişkenliğinden, sürecin aynı kitle ile işletilememesinden, birinci sınıftan sırasıyla iki, üç.. diye devam edegelen bir talim terbiye faaliyetine dönüştürülememesinden şikayetle! Ne yazar okur etkileşimi sıhhatli, doğru orantılı; ne de yazı ile yorumlar!.. Tanışmak, danışmak, anlamaya çalışmak, isme/cisme değil içeriğe odaklanmak, çift (hatta üç) yönlü iletişim ve etkileşim, doğruyu ve doğruluğu şiar edinmek, özüyle sözü-sözüyle yapıp ettiklerimizi bir kılmak, sinerji oluşturmak, aklı akla eklemek, bir çekim merkezi oluşturabilmek aslî gaye olmalıdır. Bu yolda fedakârlıklar, yardımlaşma ve dayanışma ilke edinilmelidir. Açık aramaktan önce açık ve net olunmalıdır. Kimlik ve kişilikler gizlenerek değil; sanallıktan samimiyete ve tanışıklığa çevrilerek edinilir ve olgunlaştırılır.

Bu noktada okuyucu ve yorumcular bir kanaat ve etki oluşturma, site özelinde faaliyetlerin içerik ne ve niteliğini artırma açısından merkezi bir öneme sahiptirler. Baskı unsuru, yönlendirme vesilesi de olabilirler. Bu haklarını yetkin bir şekilde ve ellerini taşın altına koyarak kullanabilirler. Yorumlarıyla, paylaşımlarıyla, maddi manevi destekleriyle, her türlü açık ve aşikar eleştirileriyle, konu ve içerik talepleriyle sacayaklarından biri ve önemlisi olarak bunu sürdürmelidirler. Yapıcı olarak kapıları bacaları, yazar ve moderatörlüğü zorlayabilirler! Bu zorlama, elbette zor kullanma amacında, sözle dahi olsa hakaret içerikli olarak değildir, asla! Olamaz da! Bu zorlama, kendi zorlanmalarıyla doğru orantılıdır. Haklı taleplerinde takipçi ve ısrarcı olmalarıyla alakalıdır! Elbette bu ‘ne verdin, ne istiyorsun’ ve ‘derdin ne, amacın ne’ suallerinin cevaplarıyla da doğru orantılıdır. Bedel beraber ödenecekse, organik bir birlikten, ayniyetten söz ediyorsak; eza da vefa da, ödül de ceza da, cefa da sefa da paylaşılacaktır; iyi günde de, kötü günde de!

Ben şahsen her yazım/y/ı bir kişi okusun, doğru okusun, yeter ki yanlış anlamasın diye düşünürüm. Elbette vesveseye kapıldığım da olur! Yalnız bu yazı okunup anlaşıldığında okurla yazar, yorumcu ile yazı arasında bir ünsiyet meydana gelsin ve sınırlar, perdeler kalksın diye de beklerim. Artık okuyucu, yorumcu da yazıya ortak olmuştur. Doğruları paylaşacak, yanlışları düzeltmek için çaba harcayacaktır. Bir yazıyı tıklayıp okuduktan sonra artık olaya bigâne kalamazsınız; o sizin ortak paydanız, yitiğiniz olmuştur tabiri caizse! Hiç katılmasanız dahi, karşı tezlerinizi sunmak fırsatı bulmuş olmak, en azından doğrunuzu test edecek bir yanlışı daha öğrenmiş olmak (Edison’un ampule giden başarısız denemeleri ve yaklaşımı…) kabilinden meseleye yaklaşmalısınız.

Bir ‘tık’ yeter; yeter ki samimi, adaletli ve yetkin olsun!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *