Bir günlük hayat

Bir günlük hayat

Sözü merhum Ercüment Özkan ağabeye getirmek istiyoruz. 23 ocakta başlayıp 24 ocakta sona eren bir günlük bir hayat…

Evet, hayat gerçekten bir gün… Hatta daha azı… Bu idrak içinde olan için de, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılan, hayatı bu dünyadan ibaret sayanlar için de… Tek fark birincisi bir bilinç içinde, bir teslimiyet ve imanla yaşadığından hayatı sınamanın her türüne açık da olsa bir mutluluk sebebi, nefsini arındırdığı için de gerçek bir kurtuluş ve başarıdır. Oysa ikinci tip, ikircikli yaşamı, ahireti inkâr eden bakışı, bollukta da olsa bir bereket/mutluluk yoksunluğu içinde iç sıkıntısı, gönül azabı, varlık içinde yokluk gibi tezahür edecektir.

Sözü merhum Ercüment Özkan ağabeye getirmek istiyoruz. 23 ocakta başlayıp 24 ocakta sona eren bir günlük bir hayat… Ama dolu dolu yaşanmış, bedeli ödenmiş, hakkı verilmiş, gayesi doğrultusunda geçirilmiş, gerisine ‘hoş bir sadası’ bırakılmış, ömürlere bedel, bir günlük bir ömür.

Nuh (as)ı hatırlayınız, ‘ellisi eksik bin yıl’a tekabül eden bir günlük ömür… Gereğince yaşanmış, gerekleri yerine getirilmiş, süreci istendik şekilde tamamlanıp sonucu ilahi iadeye bırakılmış bir teslimiyet örneği, diğerleri gibi…

Peygamber kıssaları Hz. Peygamber’e niçin anlatılmıştı? O gerekli çıkarımları yaparak bizlere şahit kılınmıştı. Bizlerden de istenen onun hayatından gerekli okumaları yapıp alınacak dersleri, onun örnekliğini alarak bunu insanlığa aksettirmek, şahitliği sürdürmektir.

Şahitlik olmadan şehitlik olmaz! Anlaşılanlar, anlatılmayınca; anlatılanlar yaşanmayınca bir şeyler eksik kalacaktır. Tam olmayacaktır. Dinin bütününe, ayırım yapmadan, toptan, topluca ve sımsıkı sarılmak gerekiyor. Başkalarına söylerken kendini unutmamak, söylediği ile yaptığı uyuşmak, birleştirilmesi gereken ilişkileri birleştirmek, kesmemek gerekiyor.

İşte, vefatının senei devriyesinde merhum ağabeyimizi rahmetle yâd ediyoruz. O dinini ilk ve asıl işi kılmıştı. Hiçbir meşguliyetini dininin önüne geçirmemişti. ‘Miş’ gibi yapmadı. Adanmıştı. Samimi idi. Birilerine ‘odun’ gibi de gelse sözü dosdoğru idi. Zira ‘sözlerin en güzelini’ ilke edinmişti. Dinini ondan almış, ondan alınması için mücadele etmişti. Tavizsizliği ilkelerinden kaynaklanıyordu. İlkelerini iliklerine kadar sirayet ettirebilmeyi başarmıştı. Siyaseti ibadetinden ayırmıyordu. Namaz hangi cinsten kılınıyorsa, siyasetin de o cinsten yapılması gerektiğine inanıyor, bunu biliyor, bunu söylüyordu.

‘Bugün yaşasaydı..’ ile başlayan cümlelerle, yaşanan akışın ve dönüşümün hızına kapılarak yaşanan savrulmaları anlamlandıramayanlar, ‘onun da değişeceği’ zannından hareketle, mazeret üretmek durumunda hissediyorlar kendilerini… Ki bu aslında ona değer vermek, kriter addetmek olarak görülebileceği gibi, yanlış anlaşıldığının da bir izharı kabul edilebilir. ‘Tarihi yanlış okuduğunu söyleyenler’ bugün hataların tekrarı ile tarihin tekerrürüne katkı sağladıklarını düşünüyorlar mı acaba? Bugün hala onun çocuklarından biri saydığı derginin dahi –her türlü eleştiri herkesin hakkı olarak; sözünün hakkını vermek şartıyla- çıktığının farkında olmayanların ondan sitayişle bahsetmesi de manidardır. Aslında bundan daha ziyade kendini bir yönüyle ‘ondan okumak’, en azından etkilenmek durumunda bilenlerin bugün yapıp ettikleri, iddiaları ve bulundukları yerler çok ciddi sorgulanmalıdır. O bunu ‘inbat yeteneğini yitirmek’ olarak ifade ederdi, unutanlara hatırlatalım.

Tabi mesele elbette bir ‘anma’, onunla sınırlanma anlamına değildir. Meşhur söylemle; ‘aşmak’ iddiası doğru bir ifade olsa da aşırı iddialı bir ifade olur.  İmkânsız değil elbette… Önce bir ‘anlaşılsın’, sonra bakarız, aşma meselesine… Ama rol çalıp, aidiyet çalma da başka bir nakısa olsa gerek! Bizler ki ‘asrısaadetin’ dahi gerekleri yerine getirildiğinde, aynıyla/motamot olmasa da, imkânsız değil diyenlerdeniz; o halde o da elbette aşılabilir, aşılmalıdır da! Benzer örnekler, benzer şartlarda, benzer sonuçları veririler! Onun aşılamaya çalıştığı ilkeler, bakış açısı, durduğu yer, söyleminin rengi ve siyaseti araştırılmayı, anlaşılmayı bekliyor… Bugün o sese, o sedaya, o samimiyete, o adanmışlığa, o kararlılığa, o teslimiyete, o temsiliyete her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissediliyor. O da rengini dediğimiz gibi ‘sözlerin en doğrusundan’, örnekliğini ‘resulün şahitliğinden’ alıyordu; onları salık veriyordu… Hepimizin dikkatlerine… Biz şahitliğinden razıyız; Rabbimiz de kabul etsin, rahmeti ile yarlığasın; anlamayı, şahitliğinden hissedar olmayı bizler de nasip etsin!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *