Kendine Yabancılaşma

Kendine Yabancılaşma

Şurası bir gerçek ki bizler artık fıtratımızın insanı değiliz. Artık kendimizi hisleri, arzuları, ihtiyaçları, mantığı, zayıflıkları, anıları, faziletleri olan bir insan olarak algılayamıyoruz.

Ali Şeraiti medeniyet ve Modernizm adlı kitabında modernleşme yolu ile medenileşilemeyeceğine dair vurgular yapmış. Aslında bunun yıllar öncesinden fark edilmesi gerektiğini de söylüyor. Galiba dediği gibi bu konularda çok geç kalınmış.

Çünkü hala; “Günümüzün en nazik ve en önemli konularından biri, biz Avrupalı olmayan ülkeler halkının ve İslam toplumlarının karşı karşıya bulunduğu modernleşme sorunudur. En önemlisi de, bu ‘empoze edilmiş modernleşme’ ile ‘gerçek medeniyet’ arasındaki ilgidir. Bu modernleşme, ister iddia edildiği gibi medenileşmeyle eş anlamlı olsun, isterse medeniyetle hiç ilgisi olmayan farklı sosyal bir olgu olarak karşımıza çıksın, bu sorunu çözmek zorundayız. Ne yazık ki modernizm, biz Avrupalı olmayan uluslara medeniyet adı altında empoze edilmiştir.

Bütün Avrupalı olmayan ulusların Batı ve Batı medeniyeti ile yakın ilişkiler içinde bulunduğu ve ‘modern’ uluslar olmaya doğru değişim geçirdiği son 150 yıl boyunca Batı, bir misyoner şevkiyle kişileri modernleşme görevini üstlenmiştir. Fakat bu, ulusları medenileştirme ve medeniyetle tanıştırma adı altında, ‘ideal medeniyet’ olarak isimlendirmekte ısrar etmelerine rağmen, bize modernizmi verdiler. Entelektüellerimiz, halka modernleşme yoluyla medenileşemeyeceğini anlatmak için bunu yıllar önce fark etmeliydiler. Fakat beceremediler.”

Şimdi bizler her yönü ile batılıları taklit eden, kendisi üretmeyen sürekli tüketen bireylere dönüştük. Hep içimizde bir başkası var ve kendimiz olarak var olmayı beceremiyoruz. Ve tüm bunlar bizlerde değer yargılarına dönüşüyor. Fakat bu İslami değerleri içselleştirmemiz önünde büyük bir engel olarak duruyor. Batı’nın ürettiği kendine has değerler ile hesaplaşmamız gerekiyor.

Bizler için tüm bunlar kendi bağımsız kimliğimizi unutturacak olgular değildir. Fakat biz şunu rahatlıkla görüyoruz ki toplumumuzun büyük bir çoğunluğu ait olduklarını söyledikleri değer kimliklerinden farklı ve birbirlerine oldukça zıt bir kimlik ile yaşamaya devam ediyorlar.

Bu bir tür Alinasyon’dur.

Ali şeraiti Alinasyon konusunu verdiği örnekler ile çok güzel anlatmış. Herkesin kendisinde bir şeyler bulacağı türden bir anlatım.

Önce Alinasyonun tanımını yaparak başladığı anlatımında çok güzel şeylere değinmiş.

Alinasyon; Basitçe, kendi benliğini unutma, farkında olmama veya benimsememe demektir. Yani, kişi benliğini kaybeder ve içinde bir başka şeyin veya kişinin olduğunu sezer. Bu, ciddi bir sosyal ve manevi hastalıktır. Alinasyonun varlığı çeşitli durum ve şekillerde ortaya çıkar ve birçok faktörlere bağlıdır. İnsanı tamamen değiştiren bu faktörlerin bir tanesi, çalıştığı aletlerdir. Sosyoloji ve Psikoloji çalışmaları bize, belli bir alet veya meslekte olan ilgisi günlük hayatında arttığı ölçüde bir kimsenin yavaş yavaş kendi bağımsız kişiliğini unutmaya doğru gidip, aletlerini kendi benliğinin yerine hissetmeğe başladığını söylüyor. Örneğin, her gün sürekli olarak sabah 8.00’den akşam 18.00’e kadar cıvata ve vidalarla uğraşan bir kişinin duygu, düşünce ve karakter özellikleri yavaş yavaş değişecektir. Belli bir makine tipi, iş yapmak için bütün müddet elinde bir alet tutuyor. Farz edelim ki, önünden uzun bir tahta veya demir parçası geçiyor ve kendisine her defasında iki vida atlayıp, üçüncüyü bir defa çevirmesi emrediliyor. Zıt duyguları, zekâ ve düşünceleri olan bu adam, çeşitli zevkleri ve bütün nefret, his ve yeteneğiyle, işinde en iyi çalışma tarzıyla gece ve gündüz vaktinin çoğunu iki vida atlayıp üçüncüsünü çeviren bir vücut haline gelir. Çeşitli bölümlerden oluşan bir makine hiyerarşisi içinde sadece bir ünite görevi görmektedir. İşi, günbegün yapmak zorunda olduğu monoton bir çalışmanın içine hapsedilmiştir. Bütün kendine has huy ve özellikleri kaybolmuştur.

Bu gibi durumlarla ilgili birçok örneğin en güzeli, Charlie Chaplin’in meşhur bir filminde vermiş olduğudur. ‘Modern Zaman’da her hangi bir bağ ve sorumluluktan azade, duygu, arzu, heyecan ve ihtiyaçlarıyla baş başa bir adamı canlandırır. Bir insan olarak, sevgisini sever, ebeveynine hürmet, arkadaşlarına sempati besler, başkalarıyla oturup konuşma ihtiyacı duyar ve hayatın çeşitli safhalarında çeşitli şekilde farklı özlemler ve tepkiler ortaya kor vs…

Örneğin, annesini caddede gördüğü zaman, annesinden uzun müddet ayrı kalmış bir çocuk gibi davranır. Uzun bir zaman geçtikten sonra bir arkadaşıyla karşılaştığında, onun birbirleri hakkında, hayat hakkında ve birlikte geçirdikleri eski günler hakkında konuşarak birkaç dakika geçirmek ister. Sevgilisini görmesi, ona karşı güzel hisler ve sevgi duymasına sebep olur. Düşmanı görünce nefret ve kin içinde kaynamaya başlar. Ve onunla dövüşmek, hakaret etmek ve intikam almak ister. Bir insandır nihayet, çeşitli ihtiyaç ve umutları vardır. Normal ve özgür bir insandan beklendiği gibi iyi bir manzara görünce zevk alır, kötüsünü görünce de nefret eder.

Sonra bu adam, tüm fonksiyonu kavrayamadığı çok büyük bir fabrikaya çalışmaya gider. Büyük teknik kuruluş ve personeliyle bu fabrikanın ne ürettiğini ve bütün bu zıt unsurların nasıl bir koordinasyon içinde çalıştığını bilememektedir. Sadece, bir daireye girer, aday başvuru formunu doldurur sonra kendisine bay filancayı görmek için belli bir odaya gitmesi söylenir. Bu şekilde, günde 10 saat çalışır. Bir halden geçirilir ve bir odaya alınır. Bir adam gelip işinin ne olduğunu sorar. Evet, sadece işinin ne olduğunu. İşte, işi de hep şudur: Devamlı hareket halinde büyük bir metal parçası olan üretilen maddenin son şeklini alması için sıralanan işçilerin ekleme veya çıkarmalarda bulunduğu raf için yapılmış geniş bir salon. Bu metal parça salonun bir tarafından girip, rafın diğer bölümlerine gitmek üzere öbür tarafından çıkıyor. Bu parçanın nereden gelip, nereye gittiğini ve niçin böyle olduğunu bilmiyor. Yan yana sıralanmış 7-8 işçi var. İşi devamlı hareket eden metal parça üzerindeki vidalardan ikisini atlayıp üçüncüsünü bir kere çevirmek. İki vida atla, üçüncüyü çevir ve bunu 10 saatlik çalışma süresi boyunca tekrarlamak zorundadır. Sonra zil çalar ve o günkü iş biter. Bu vidaların ne olduğunu ve kendinden yapılması isteneni niçin yaptığını, nereden gelip, nereye gittiklerini ve gerçekte ne ürettiklerini bilmeden eve gider. Ne tür bir iş yaptığını hiçbir zaman anlayamaz. Yanında 7–8 işçi dikilir, birbirleri ile konuşmazlar bile, çünkü metal parça öyle hızlı hareket etmektedir ki, yanındakini öğrenmeye kalksa ve hareket halindeki parçayı bir an gözden kaçırsa üçüncü vidayı çeviremeyecek ve bütün fabrika duracak ve dolayısıyla cezalandırılacak.

Bu adam dört gözle gözlemek zorundadır. Bir insan olarak yaptığı iş vidaları bir veya iki kez çevirmektir, hepsi bu kadar. Fakat bir insanın karakterini çizen özelliklerden biri, önce yaptığını değerlendirmektir; ikinci olarak da seçtiği iş, önüne aldığı belirli bir hedefe varmak içindir. Önce hedefi belirler, bundan sonra işinin gerektirdiği araçları temin eder ve en sonunda, çalışması süresince ne yaptığını sezer, hisseder ve duyar.

Yaptığı iş belli bir hedef ve sonuç içindir, sonunda peşinde koştuğu şeyi de elde eder. Çalışırken içinde bulunduğu duygudan, yani yaptığı işin bilincinde olmaktan başka, o zıt eğilimleri, ilimleri olan bir insandır.

Fakat Charlie Chapline’nin bu durum ve şartlarda çalışan işçisi, fabrikada kendisini görmeğe gelen annesi, nişanlısı veya arkadaşlarıyla karşılaşır. Henüz makinenin bu sıkıcı ve monoton sistemine ayak uyduramamıştır ve tam anlamıyla alışamamıştır. Çalışırken, annesini, sevgilisini veya bir arkadaşını görüverince işini bırakır ve ‘Merhaba… Nasılsın? Nerelerdeydin? Görmeyeli ne kadar oldu? Özledim seni… Otur, bir çay içelim, vs…’ demeye koşar.

Birden polislerin içeri koşuştuğunu, kırmızı ışıkların yandığını alarm zillerinin çalıp, kontrolcülerin içeri girdiğini fark eder. Olan nedir? Fabrikanın kontrol sistemi tek bir vicdanın çevrilmeden bırakıldığını rapor etmiş ve her şey oracıkta durmuştur. İşçimiz tutuklanır, suçların ve ihmali nedeniyle cezalandırılır.

İşte çok basit doğal insani bir hissin içinde bir anlık ortaya çıkıvermesi fabrikanın tüm sisteminde bir düzensizliğe neden olur. Bu basit olay, bu sistemde en küçük bir insani hissin ortaya çıkmasına yer olmadığını gösterir. Fakat böyle duygulu olan bu adamı, makine gibi öyle bir eğitirler ki, 20 yıl sonra, bir insanı tanımlamak için normal olarak kullanılan ‘insan akıllı bir yaratıktır.’ , ‘insan tapınan bir hayvandır’ , ‘insan bilinçli bir yaratıcı bir hayvandır.’ Gibi sıfat ve diğer bazı benzer tanımlar ona da yakıştırılır olur.

Evet, bütün bunlardan sonra insan nedir? O, iki atlayıp, üçüncüyü bir kere çeviren ‘vida çeviren hayvandır.’ Bu adam caddede çalışırken üzerinde fabrikada çevirdiği vidalara benzer düğmeleri olan üniformalı bir polis görünce derhal anahtarı eline alır. Şapkası veya pardösüsü rozetli bir kadın görür ve aklına ilk gelen şey gidip onu bir veya iki defa çevirmektir. Onun bütün dünyası şu birkaç kelimede özetlenebilir: ‘iki atla, üçüncüsünü çevir.’ Bu, onun hayat felsefesidir, kişiliğidir, bir insan oluşunun anlamı ve gerçeğidir. Niçin çevirir? Yemek için. Niçin yer? Çevirmek için.

Bu adam artık kendisini, arzuları, ihtiyaçları, zayıflığı, mantığı, anıları ve faziletleri olan bir insan olarak algılamaz. Bütün bunlar hep yok olmuş, Marcuse’in deyimiyle ‘tek boyutlu insan’ veya Renove Gennon’un söyleyişiyle ‘değeri düşmüş adam’ haline gelmiştir. Fakat Shondal, tüketim uğruna üreten ve üretim uğruna tüketen biri olarak, ona ‘daire adam’ der.

Küçük bir dünya, küçük bir evren ve yüce nitelikleri olan bu adam, şimdi bir anahtarın büyüklüğü kadar küçülmüş, yani makinenin, vidanın mekanik hareketin karakteri içinde, yer etmiştir. Bu demektir ki artık kendisini filanca, falancanın oğlu, filan aileden gemle, filan kültür, filan ırk ve kökene ait ve şu şu özellikleri olan biri olarak görmemektedir. Tersine, kendini bir makinenin sadece bir parçası olarak düşünür.”

Her şey tam da böyle oluyor. Artık her bir yanımız iş aletlerimizle çevrilmiş durumda. Acaba hangimiz hangi iş aletimizi taklit ediyoruz bu da birbirine karışmış durumda. Şurası bir gerçek ki bizler artık fıtratımızın insanı değiliz. Artık kendimizi hisleri, arzuları, ihtiyaçları, mantığı, zayıflıkları, anıları, faziletleri olan bir insan olarak algılayamıyoruz.

Birbirlerimizle olan ilişkilerimize daha bir dikkatle baktığımızda tüm bunları görebilmemiz mümkün. Şimdi hemen ilişkilerimizdeki donukluğun böylesi şeyler olduğunu düşünerek uzun yıllar mesai harcadığımız iş aletlerimize karşı bir duruş sergileyebiliriz. Küçük bir vidaya ya da küçücük bir anahtar deliğine dönüşmekten kurtulmalıyız. Bizler insan olarak bir değere sahibiz ve bu değer algımız mesai harcadığımız tüm kişiler içinde geçerlidir.

İnşallah artık somurtkan ve karşımızdakini yokmuş gibi saydığımız hal ve hareketlerimizden kurtuluruz. Emin olun bu hepimize mutlu olmanın, yaptığımız her tür büyük küçük çabalarımızın yol almasının önünü açacaktır.

Hep mutlu kalın…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *