Biri ‘Ben’i Doktora Götürsün

Biri ‘Ben’i Doktora Götürsün

Hangi birimiz steril suyla yunmuş yıkanmış gibi masumuz? Hangi birimize peşin peşin cennetin anahtarı verildi? Müslümanlık, girdi mi bir daha çıkılmayacak bir alan mıdır?

Paranoyanın, paranoid, kompleks ve daha bir dolu psikoloji literatürüne ait kavramların ne olduğunu bilenler herhalde çoğunluktadır… Muhatap kişi ve düşüncelerin eleştirildiği hemen hemen her yazıda, yazılara düşülen her yorumda, şahit olduğumuz her münazarada bu kavramlardan birinin veya bir kaçının dile getirildiği ve “öteki”nin üstüne kolaycana yapıştırıldığı bir realitedir çünkü…

Ve hep başkaları paranoyaktır, hep başkaları kompleks sahibidir, hep başkaları saçmalamaktadır, hep başkaları öyledir, böyledir!

Sanki bilmem ne üniversitesinin psikoloji veya psikiyatri bölümünden diploma almış gibidir herkes…

Aksini iddia edenler de zorlama gibi kabul etmezlerse şayet, bundan sonraki süreçte yazıları bu gözle okumayı, münazaraları bu istikamette dinlemeyi denesinler…

 

Peki, nedir bu zikrettiğim kavramların sözlük karşılıkları?

 

1-Paranoya: Başlıca belirtisinin sanrılar olduğu psikiyatrik bozuklukmuş… Hasta genellikle iyi giyimli olurmuş ve kişilikte bir dağılma ya da günlük bir bozulma görülmezmiş; fakat egzantrik, garip, kuşkucu ya da düşmanca tutum içinde olabilirmiş. Bilişsel işlevleri genellikle iyi bir düzeyde seyredermiş. Bu cins hastalar aileleri ya da çevreleri tarafından zorlanmadıkça hekime başvurmazlarmış…

2-Paranodid: Başkalarına karşı duyulan güvensizlik ve aşırı kuşkuculukmuş… Görüntüde soğuk, objektif ve mantıklı gibi görünebilirlermiş ama genelde saldırgan, inatçı ve sarkastik davranırlarmış. İlginç bir şey, başkaları hakkında negatif yargılar geliştirip, kendileri gibi paranoid inançların paylaşıldığı cemaat ve tarikatlara ya da gruplara üye olabilirlermiş… Bu tiplere göre diğer insanlar hatalı, kendileri ise doğruymuş… Sürekli endişeli, korku dolu, kuşkucu ve gergin olurlarmış. Kendilerine yönelik eleştiriyi asla kabul etmezken, başkalarını kritize etmeye ve aşağılamaya meyilli olurlarmış… Ama aynı zamanda akıllı, bilgili, enerji dolu, hırslı, çok çalışan ve başarılılarmış… Görünümleri gergin, savunmada, sinirli, aşırı hassas ve her an saldırmaya hazır olabilirlermiş. Sorumluğu başkaları üzerine atar, kendi dışındakileri suçlu, kabahatli görürlermiş…

3-Kompleks: İçimizde yaşattığımız ve engel olamadığımız bize sıkıntı veren tepkilerin karşılığıymış. Çevremizdeki kişi ile aynı seviyede veya ondan üstün olma çabası da denilebilirmiş. Genellikle küçük yaşlardan itibaren süregelen yetişme tarzına bağlı olarak ortaya çıkarmış. Kompleksli insanlarda nefret, kıskançlık, ön yargı, üzüntü, yalan söyleme gibi tepkiler söz konusu olabilirmiş…

Bu kadar hatırlatma yeter değil mi? Daha bir dolu var ama hani derler ya yerimiz dar!

Şimdi sorayım âdetim olduğu üzre: Sadece bu üç kavramın karşılıklarından nasibi olmayan kaç kişi var aramızda? Var mı, bütün bunlardan beriyim diyecek bir babayiğit? Yani bu tarz hastalıklarla mahkûm edilmemiş veya bir başkasını mahkûm etmemiş?

Bir kardeşimiz cesaret etmiş, İslam düşüncesini referans almış, iyi biliyorum ki kendini de merkeze koymuş  (Çünkü söz aynı zamanda sahibini de bağlar derler…) ve sanal âlemde şunları paylaşmış:

“Kompleksten uzak durun, zira o insanı insanlıktan çıkarır, kulluktan uzaklaştırır. Rabbine değil kendine boyun eğdirir ve şeytana teslim eder. Bencilleştirir, dolayısıyla başkalarını ötekileştirir. Gaddarlaştırır yani merhametsiz kılar. Heva ve hevese kurban eder. O habis bir ur gibidir. Hele bir patolojik olarak görünmeye görsün, mahveder insanı. Hem bedenini hem de imanını, pasın demire reva gördüğü gibi çürüttükçe çürütür, tükettikçe tüketir.”…

Ben de bunları teyiden ve ilaveten diyorum ki aslında insanda yani fıtratında içkin olan bütün bu tanım ve tariflerin karşılığı zaten Kur’an’da var…

Yani onda kesinlikle yasaklanmasına rağmen kendini beğenmenin ve kendini herkesten üstün görmenin ; “Her bilenin üstünde bir başka bilen vardır.” gerçeğini unutup her şeyi herkesten çok bildiğini sanmanın; insanları tahkir ve tezyif etmenin keraheti bilindiği halde her vasatta muhataplarını türlü kelime ve kavramlarla aşağılama dürtüsü yaşamanın; her söz ve yazıda kendini adres gösterme çabası içinde debelenmenin; vesvese ve evhama itibar edilmemesi gerektiği bilinip durulurken insanlarla ilişkiyi kuşku zemininde kurmanın; olayları ve eşyayı tamamen “ben” merkezli yani egosantrik kalıplar dâhilinde değerlendirmenin ve daha bir dolu kompleksli davranış biçimlerinin, İslam düşüncesi nokta-i nazarında bir bir karşılıkları mevcut.

Ama ilginçtir Kur’an’ı okuyup dururuz (İddialar bu merkezde!)ve bütün bunların her biri gözümüze gözümüze sokulur da hiç birini, hiç birimiz üzerimize almaya yanaşmayız…

Aynen yukarıya kopyaladığım paranoya ve diğerlerinin tanımında olduğu gibi psikolojik rahatsızlıklardan birinin teşhisi konulmuşken kendisini bir türlü hasta kabul etmeyenler gibiyizdir.

Şeytan ve iblisle tesmiye edilen;  Firavun ve Nemrut gibi insanlarla da bedenleştirilip karakterleştirilen zalimlik, fısk, fahşa ve daha bir dolu zaafların vahiy yoluyla resmedilmesi de böyle değil midir?

Hadi bir cesaret, muhasebe yapalım olanca gerçekliğiyle!

Bahsettiğim kavramlar ne ki? Daha bir dolu örneği olan psikolojik rahatsızlıkların karşılıklarını okuyalım sırasıyla; bakalım hangi birileri bize yakışıyor?

Tabii ki olmazsa olmaz kabilinden Kur’an’ın ilgili ayet ve kavramlarını da!

Vahiy zaten beyan etmiş her şeyi, hiç bilmez mi Rabbimiz, yarattıklarının aciz olduğu noktaları? Müstağni, müstekbir gibi kavramlar ne güne duruyor kendimizi sorgulamak için?

Ama yok, dediğim gibi istisna tutarız kendimizi, yakıştıramayız kimliğimize, yüzleşemeyiz egomuzla.

Sözüm, tababetin tanısı gereği fiziksel problemlerin bir uzantısı olan ve bu sebeple ama ilaçla ama uzun saatler süren terapiyle ancak tedavi olabilen kişilerin olduğu meclisten dışarı…

Bu da böyle biline…

Etrafımızda bu tür ameliyelere gerçekten ihtiyaç duyan insanlar var çünkü!

Benim serzenişim böylesi bir problemi olmadığı halde egosunu, kibrini önplana çıkarıp, vahyi de iyi bildiğini söyleyip kendi dışındakileri, kendi cemaat ve kabullerine ram olmayanları yok yere harcayanlara… Benim derdim, sanki vahiyle tescillenmişçesine her söz ve yazısında, her bulunduğu mecliste muhataplarını adam yerine koymayanlarla; sanki Hz. Muhammed’in ayniyle vaki yol arkadaşıymışçasına laf eden ama ağzından Allah’ın resulüyle örneklendirdiği güzel sözleri bir türlü çıkaramayan ve yine Hz. Muhammed’in insanlarla kurduğu en güzel iletişimi sağlayamayan ve onlara gösterdiği en güzel davranışı göstermekten imtina edenlerle…

Soruyorum çoklarına, sizin okuduğunuzu söylediğiniz Kur’an mı tavsiye ediyor birilerine hakaret edip aşağılamayı? Hangi suresinde, hangi ayetinde emir buyurulmuş, insanlara karşı salak, aptal, geri zekâlı, aymaz, ahlak yoksunu, ahmak, sapık gibi argo kelimeleri kullanmak hem de ortalık yerlerde? Tecessüs ve kusurları faş etmek Allah’ın mü’minlere farz kıldığı bir ameliye midir de kendiniz dışındakilerin kabahatleriyle iştigal edip duruyorsunuz?

Hangi birimiz steril suyla yunmuş yıkanmış gibi masumuz?

Hangi birimize peşin peşin cennetin anahtarı verildi?

Müslümanlık, girdi mi bir daha çıkılmayacak bir alan mıdır?

Ve Rabbimiz böyle bir garanti vermiş midir de kendimizden bu kadar eminiz?

O yüzden mi gözlerimiz sürekli başkalarının üzerinde?

Usvetül hasene olarak gördüğünüz Hz. Muhammed’den mi aldık bu örnekliği?

Bu tür argo ve ötekine dair kelimeleri kullanmadan kendinizi ifade etmeyi bilmez miyiz de bizden istifade etmeye çalışan insanların dil ve davranışlarının bozulmasına sebep oluyoruz?

Bu mudur üslup, bu mudur örneklik?

Bu mudur Kur’an talebeliği?

Bu mudur Hz. Muhammed’e tabilik?

Bu mudur örnek cemaatleşme?

Bu mudur birlikte mücadele?

Ama ne yazık ki henüz iler tutar bir cevap almışlığım yok…

Sanırsınız ki yeryüzünde birilerini aşağılamakla görevlendirilmiş bazı insanlar…

Bırakın, sözü ortaya koyun da nasibi olan alsın…

Aynen Hz. Muhammed’in konuşmalarında yaptığı gibi…

Artık sıfatlaşmış birkaç isimden bahseden vahyin üslubu da bu değil miydi?

Yoksa ben mi yanlış biliyorum?

Dikkat edilsin, düşüncenin eleştirilmesinden, bilgi yanlışlığının düzeltilmesinden bahsetmiyorum ben.

Elbette ki düşünce eleştirilecek, elbette ki yanlışsa bilgi düzeltilecek…

Elbette ki yapılan hatalar karşısında insanlar uyarılacak…

Tebliğin, nasihatin bir amacı da budur…

Ama işler böyle yürümüyor ki!

Fırsatı eline geçiren, kılıç kalkan kuşanıp bel altı muhabbete giriyor…

Aşağılamaların, hakaretlerin bini bir para…

Sırlar, suç ve kabahatler ortalık yerlere derhal servis ediliyor…

Hem de Tevhit aşkına hem de Allah rızası için!

Söyleyeyim, bilgi, malumat edinmek isteyene kolaydır dostlar…

Hele şimdiki vasatta…

Sanal âlem, kütüphaneler, kesintisiz eğitimler(!) aracılığıyla bilgi gani ve insanların hizmetinde!

Meal ve tefsirlerin sayısı gün be gün artıyor…

Dine, diğer bilim ve ideolojilere dayalı yazılmış kitaplar artık okumayanı dövüyorlar…

Ama üslup olmazsa ama edep ve hayâ yoksunluğu söz konusuysa ama bilgi ve düşünceyi paylaşmada sahih örneklik gösterilmezse, işin içinde kitap yüklü eşeklere benzemek de var…

Tebliğ görevimi ifa ediyorum derken insanları dinden soğutmak, elde var bir Dine tabi olmuşları da dinden uzaklaştırmak; dahası dostluk ve kardeşlikleri, kurulmuş ilişkileri parçalamak da işin cabası…

Benden hatırlatması…

Farkındayım, gerdim ortamı ama özellikle Müslüman mahallesinde okuduğum neredeyse her yazıyla ama görsel medyada ama sanal ortamda seyredip dinlediğim ve hatta bizzat katıldığım her tartışmada Müslümanları gerilim cenderesine sokanlardır bunun kabahatlisi…

Abartıyor muyum?

Yoksa ben de mi hastayım ne?

O yüzden diyorum ki Allah rızası için  “ben”i  derhal doktora götürün!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *