Her Balık Berrak Suda Yaşamaz…

Her Balık Berrak Suda Yaşamaz…

Her şeyi bir anda öğrenemiyoruz. Aslında ”İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi öğrenir. Ve bu o kadar yavaş olur ki, başına gelene kadar asla anlamazsın.

Her halde yaşadığımız dünya hep aynı tip insanlardan oluşamazdı. Çevremizde hep iyi insanları aramaya çalışsak da aslında böylesi bir şeyin olması mümkün görülmüyor. Hayat içerisinde mutlaka idare etmek zorunda olduğumuz ya da yapıp ettiği uygunsuz işleri belki daha sonra terk eder diye müsamaha gösterdiğimiz kimseler olacak. Her zaman tek tip yalnızlıklar yaşayamayız.

Belki de bu yüzden ”Balık berrak suda yaşamaz demişlerdir. Yosun ve diğer su bitkileri olacak ki, balık gölgesinde saklanarak gelişebilsin. Biraz görmezden, biraz duymazdan gelince hizmetkârlar huzurlu olur. İnsanları idare ederken, bu durumu akılda tutmak gerek”.(Hagakure: Saklı Yapraklar)

Demek ki her şeyi bir anda öğrenemiyoruz. Aslında ”İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi öğrenir. Ve bu o kadar yavaş olur ki, başına gelene kadar asla anlamazsın. Bu gerçekleştiğinde, artık çok geçtir. O zaman çok tuhaf bir olay meydana gelir. İnsanlar başka insanları sevemez, çünkü onlar çok aldatıcı olabilir. O zaman insanlar nesneleri sevmeye başlar. Kimi evini sever, kimi arabasını sever, kimi elbiselerini sever, kimi parayı sever…” (Osho: Yaşam, Sevgi, Kahkaha)

Öyle ki; “Eskiden insanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı. Gün geldi eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu.” (Can Dündar)

Tüm bu sözleri duyuyoruz fakat bir şeyleri düzeltme adına yapmamız gereken şeylerin riskleri bizleri korkutuyor. Sonrasında bizlerin yapması gerekenleri hep başkaları yapıyor. Musa Tur dağından inmeli hepimiz bulunduğumuz yüksek yerlerden inmeliyiz. Yoksa biraz bizlerin inançlarından biraz kendilerininkinden yeni dinler oluşturuyorlar. İş böyle olunca inançlarımızın asla onaylamayacağı birçok davranış sanki çok normal şeylermiş gibi yaşanabiliyor. Bizlerde aynı düşüncemizde birkaç kardeşimizle ancak bu durumlara hayıflanıp duruyoruz.

Can Dündar; “Duyuyoruz fakat uzakları göze alamıyoruz. Sonrada hep başkaları boyuyor gökyüzünü… Bize alkışlamak düşüyor ve el sallıyoruz uzak düş ülkelerinin gezginlerinin ardında sonrada yenik bir ordu gibi küçük kumdan kalelerimize dönüyoruz” diyor.

Aynen böyle oluyor.

Ve yine geleceğimiz belirsiz kalıyor. Belki geçmişte ki yapamadığımız şeyler bizlere bu tarz telkinleri yapıyordur. Fakat bizler çözüm odaklı düşüncelere sahip olmalıyız. Enerjilerimizi birleştirmeli ve çoğaltmalıyız. Seslerimizi güçlü kılmalıyız.

Tabi tüm bunlar kendimize özgüvenle de alakalı bir durumdur. Fakat bu durumumuz bizleri kendimizi beğenen kendimize tapan bir kişiliğe sürüklememelidir. Alçakgönüllü olmayı da öğrenebilmeliyiz.

Sümeyra Akkor; Kişinin çevresiyle sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için özgüven ile tevazuyu aynı ölçüde koruyabilmesi gerektiğini söylüyor. Akkor, “İnsan mutlu olabilmek için önce kendini güvende hissetmeli. Sonrasındaysa güzel davranışlarını tevazu ile korumalı. Tevazu sahibi olmadığımızda güzel davranışların başkalarına faydalı olması da zorlaşır. Alçakgönüllü biri hem kendisini hem de çevresindekileri özel hisseder yani herkes gibi olup yine de özel olabiliriz.” diyor.

İnşallah bizler hepimiz özel kişiler olduğumuzun farkındayızdır. O yüzden bizlere düşen bizlere yakışır özel hayatlar sürdürebilmemizdir. İnşallah artık kendi gökyüzümüzü kendimiz boyamaya karar verebiliriz. Belki bu şekilde birileri de bizleri alkışlar.

Ne dersiniz?

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *