Asgari ücretli gençler üzerine bir hikaye

Asgari ücretli gençler üzerine bir hikaye

Şunun altını çizelim, iktidarlar, iktidarlar lehine çalışan siyaset ve toplum bilimciler, Kur’an’da zikredildiği şekliyle aynen Firavun sihirbazları gibi kitleleri baskılamak için türlü yollar icat ederler.

-Kaç yaşındasın?

-Yirmi…

-Askerlik?

-Erteledim…

-Hangi okuldan mezunsun?

-Meslek lisesi, kamera ve güvenlik sistemleri bölümünden…

-Güncel ve geçerli bir bölüm benim bildiğim. O halde, üstelik on iki saat olmak üzere niye otelde çalışıyorsun?

-Diploma para etmiyor ki abi! Hem tecrübesi olmayana iş vermiyorlar, verseler de en eskisinin aldığı maaş asgari ücret! Kendi işimi kursam, bizim iş alanı için iyi para lazım yani sermayem yok. Çaresiz otelde, kâh müşteri hizmetlerinde kâh kazan yakma işinde kâh temizlik işlerinde vs. üstelik yedi yüz liraya talim edip duruyorum.

-Gelecek görüyor musun yani orada çalışıp emekli olmak gibi bir beklentin var mı? Aldığın ücretle evlenebilecek ve aileni geçindirebilecek misin?

-Abi nerdeee!

-Evlilik söz konusu olduğunda?

-Allah yardım eder elbette. Bakarsın o zamana kadar başka iş denk gelir veya çalışan biriyle evleniriz!

***

-Peki, sen nerede çalışıyorsun?

-Güvenlik görevlisi olarak organize sanayinde… Aldığım ücret de yine asgari ücret. Çalışma sürem de değişken. Dönüşümlü olarak on iki saat.

-Okul?

-Lise mezunuyum. Ne yazık ki üniversiteye gidemedim.

-Evlisin?

-Evet…

-Ev senin mi, kira mı?

-Kira ve aylık iki yüz elli lira…

-Peki, nasıl geçiniyorsun?

-Sağ olsun babam destek çıkıyor…

-İyi de ne zamana kadar?

-Allah bilir! Başka işlere bakıyorum ama yok. Torpil lazım, elimden başka iş de gelmiyor! KPSS’yi deneyeceğiz ama o da zor!

***

-Anlaşıldı abi, hepimizi az çok tanımana rağmen bana da soracaksın. İlkokul mezunuyum. Asgari ücretle tuğla fabrikasında çalışıyorum. Yılın iki veya üç ayı revizyona giriyor. O zaman da babamın yanında kuru ekmek parasına idare ediyoruz artık yani baba desteğiyle ayaktayız. Evli ve bir çocuk sahibiyim, anlayacağın geçinmekte bir hayli zorlanıyoruz. Hiç bir vasfım yok, çaresiz şu an çalıştığım yere devam.

***

– Şu anlattığınız detayların bir kısmını unutsam da aslında dediğiniz her birinizi tanıyorum. Maksat muhabbete bir yerlerden başlamaktı. Peki, madem öyle sırası geldi sorayım: Bu durumun sebepleri üzerine hiç kafa yoruyor, sorguluyor musunuz kendinizi?

-Ne yapalım abi şimdi? Meslek lisesiyle yetindik, okuyamadık işte! İyi bir meslek sahibi olmayı da beceremedik ama böyledir diye asgari ücrete talim etmek zorunda mıyız?

Şu açık, bizi çalıştıranların durumları çok çok iyi. Güzel evlerde yaşıyor, iyi marka arabalara biniyor, lüks tüketiyorlar. Tamam, sermaye koymuşlar, risk almışlar fakat neticede kazanıyorlar! Kazanmadıktan sonra ne isteyebiliriz ki? Hal böyleyken aldığımız maaşı da kırpıyorlar. Bazı arkadaşların hesabı kanun gereği bankaya yatırılıyor olsa da ATM yanında bekleyen muhasebeciye bir kısmını geri iade ediyorlar. Asla şehir efsanesi değil, söyleyeyim. Çalışma süremiz yasal olarak sekiz saat ve gel de bunu patronlara anlat. Niye on iki saat diye sorsak, işe girmek için başkaları sırada diye tehdit ediyorlar. Duyuyoruz, üniversite mezunları da iş bulmakta zorluk çekiyorlar ve bulanların çoğu da asgari ücretli. Çalışan eşle evlenenler ancak ayakta kalabiliyorlar. Mühendis, tekniker, öğretmen, işletmeci, maliyeci, ziraatçi vs. arkadaşlarımız var, onların diplomaları da para etmiyor ki. KPSS’yi kazanırlarsa ne ala! Bunun için de dershaneye giden arkadaşlarımız var ve akabinde yüz binlercesinin arasında ipi göğüslemeleri lazım. Yani işimiz kolay değil! Bu şartlarda yaşamaya alışacağız gibi.

-Mademki sıkıntı çekiyorsunuz ki öyle, niye itiraz etmek gibi bir irade koymuyorsunuz? Sömürüye, zulme sessiz mi kalacaksınız?

-Tabii sen atını sağlam kazığa bağlamışsın abi, tuzun kuru. Ücret azlığına, mesai fazlalığına karşı çık, mücadeleye soyun demek kolay. Gel bir de bu taraftan bak! İlkokul mezunuyum ve hiçbir vasfım yok tuğla semeri yüklenmekten başka. Hadi bu iş için hakkımızı aradık diyelim, sanki diğer işyerleri farklı mı? Devlet, neredeyse her işi ihaleler yoluyla taşeron firmalara devretmiş. Onlar da elemanlarını ancak bu şartlarda çalıştırıyorlar, işine gelirse misali. İdari pozisyonda olanlar, meslek sahipleri filan daha fazla ücretle taltif ediliyorlar, o da ancak asgari ücretin yarısı kadar fazla verilerek. Geride dünya dolusu işsiz varken zor be abi bu işler. Ha, iktidar adaletten, kalkınmadan vs. bahsediyor ya, belki bir şeyler olur diye bekliyoruz işte! Bir de şu var: Bizden fazla zorda olanların, açlık ve yoksulluk çekenlerin varlığına dikkat çekilerek halimize şükretmemiz isteniyor. Ölüm mü, sıtma mı misali! “Zaten okuyup da bir baltaya sap olamadınız, bir de iş beğenmiyorsunuz, buldukça bunuyor musunuz!” diye ailelerimizden, sürekli fırça yiyip duruyoruz, sen de kalkmış hak ara, mücadele et tavsiyesinde bulunuyorsun abi.

-Fakat böylesi bir teslimiyet sömürü düzenine destek anlamına gelmez mi?

-Anlamayız abi o dediğinden.Sömürü, düzen vs.!Başımızdakiler kendilerinin Müslüman olduklarını söylüyorlar ya, daha ne? Maaşallah eşleri başörtülü, namazlarını da kılıyor olmalılar. Adalet, kalkınma, çağdaşlık, medeniyet desen dillerinden düşmüyor. Fakir fukara dostu olduklarını söylemelerine de zaten alıştık! Biz bunu biliyor ve bekliyoruz ki yapsınlar bir şeyler. Ancak şunu da iyi biliyoruz ki Müslüman zulmetmez, çalışanının hakkını gasp etmez yani senin o dediğin sömürüyü gerçekleştirmez. Ailelerimizden, çevremizdeki ağzı laf yapanlardan az veya çok öğrendiğimiz bu. Bizim yaşımız henüz genç, lakin anamız babamız güngörmüş insanlar; Din, Müslümanlık nedir, nasipleri kadar anlatıp durdular çocukluğumuzdan bu yana ve onlar dediler ki yıllardır diğer partilerden bir fayda görmedik; bir de bunları deneyelim, bakalım ne olacak? Hani bir fıkra var ya aynen o gerçekleşiyor şimdi, “Bakalım ne olacak?” derken.

-Sanıyor musunuz ki halimize bu şekil razı olur vaziyette yaşayıp giderken şartlar iyileşecek? Biraz siyasal, biraz sosyal bilinç sahibi olmamız gerekmiyor mu? Müslümanız, ailelerimizden bir şeyler kaptık filan diyoruz ama doğrusunu söylemek gerekirse özgün değil o öğrendiklerimiz. Yani insanları edilgenleştiren, yadsıdığımdan söylemiyorum asla, birkaç ritüelle yetinmemizi salık veren, sömürüye, zalimliğe baş kaldırmayı kerih gören kabuller silsilesi gibiler sanki. Bu çerçevede söylersek Dinimizden yani onun esas kaynağı olan Kur’an’dan, peygamberden ve mücadelesinden bihaber yaşayıp gitmekten dolayı endişe duymamız lazım değil mi? Bu noktalarda kendimizi yetiştirmez ve Müslüman duyarlılığımızla hayata anlam katmazsak biz de iflah olmayız, bizden sonraki nesil de. Ahiret hesabı bir başka tabii ki…

-Abi taşı gediğine ne güzel, koyuyorsun; yalnız bir şeyi göz ardı ediyorsun. Her birimiz günde on iki saat çalışıyoruz. Özel sektör bu, adamın iflahını kesiyorlar. Her dakika koşturuyorlar bizi. Mesainin önü ve arkasıyla beraber, günde on üç saat eder. Geri kalan vakitte ne yapmamızı istersin? Ailemiz, eş, dost ve arkadaşlarımız var. Uyumamız da gerekiyor. Hangi vakit o dediğin bilinçlenme olayını gerçekleştireceğiz? Dünyada neler olup bittiğinden haberdar olmayalım mı? Arada bir sinema, dizi filan seyretmeyelim mi? Hafta sonları şöyle bir dinlenmeyelim mi? Tatile filan gitmek bizim için bir hayli lüks diyelim ama hiç olmazsa arada bir yeşillik yerlerde takılmayalım mı? Doğrusun, kitap okumamız, gazete ve dergi takip etmemiz gerekiyor; hele sürekli dikkat çektiğin gibi Kur’an’ı okuyup öğrenmemiz olmazsa olmazlardan; fakat arzu edildiği gibi olmuyor işte!

Şunu da ilave edeyim: Sen bizim gibileri öp de başına koy. Çevremizde öyle gençler, öyle arkadaşlar var ki Dinin, imanın zerresi hak getire! İdeoloji sahibi bile değiller! Hep tüketmek ve belden aşağı muhabbetle meşguller. Aile ilişkileri seviyesizce, dostluk, arkadaşlık tamamen menfaate dayalı. Şayet dediğimiz gibi az biraz ailemizden görmeseydik bir şeyler, o kalabalığa uymamız işten bile değildi.

-Demiyoruz ki her şey şıpın işi olsun. Dikkat çektiklerim uzunca bir sürecin karşılığıdır. Kim iddia edebilir ki geldiği noktayı sondur, bu budur diye? Önemli olan bazı hassasiyetlerin, yapılması gerekenlerin eksikliğini hissetmemiz. Henüz genç olduğunuz için belki üzerinize alınmayacaksınız fakat şu var ki şikâyet edip durduğumuz birçok şeyin, o belden aşağı muhabbetle gün öldürülmesinin müsebbibi biziz, bunu kabul edelim. Sürü olmaya talip olanlara çobanlık yapmak hiç zor değildir. Zalim iktidarlar, sömürü düzenleri, Dine karşı mesafe koyup tepemizde beşeri algıları, ideolojileri ikame etmeye çalışanlar, biz esaslı tepki göstermediğimiz, üstelik her önümüze konulan sandıklarla desteklediğimiz için oradadırlar. Zamanımızdan, özel zevklerimizden fedakârlık yapmadığımız ve Rabbimizin bizlere mahsusen var ettiği ve yüklediği akletme, düşünme gibi melekelere işlerlik kazandırmadığımız müddetçe bilinç oluşması da akabinde toplumsallaşması da asla mümkün değildir.

Farkındayım ve ne yazık ki çözüm bulmakta ve önermekte zorlanıyorum; zamanınızın çoğu üç kuruş para için harcanıyor. Çok kuruş alsanız, zamanın harcanması doğru mu olacak? Elbette değil. Kastım kendi fıtratımıza, değerlerimize uygun işler yapacak vaktimizin kalmadığına dikkat çekmek.

Şunun altını çizelim, iktidarlar, iktidarlar lehine çalışan siyaset ve toplum bilimciler, Kur’an’da zikredildiği şekliyle aynen Firavun sihirbazları gibi kitleleri baskılamak için türlü yollar icat ederler.

Asıl mecrasından saptırılmış eğitim ve öğretim, hangi amaca matuf olduğu halen tartışılan askerlik, salt para kazanmaya, cinsel sömürüye endekslenmiş sinema, tiyatro, spor, müzik; bütün bunların reklamlarını yapan, aynı zamanda ideolojik kirliliğin de kaynağı olan köşe yazarlarıyla, manipülatif haberleriyle yazılı ve görsel medya bu bağlamda birer enstrümandırlar. Basit gibi gelse de biz yetişkinlerin bile oyuncağı olan envai çeşit teknolojik aletler; bunların tüketimini kamçılayan reklamlar ve daha bir dolu dış etkenler kendi gerçekliğimizin, fıtratımızdaki değerlerin farkında olmamamız için üretilmiş hipnoz vasıtalarıdır.

Asıl üzücü olan da şu: İslami anlamda tarikatların bize göre durumu zaten belli! STK’ların, cemaatlerin, dernek ve vakıfların çoğu; Dinden, imandan bahseden âlim, aydın, entelektüel nevinden insanların bazıları da ne yazıktır ki kitleleri uyutmak için görev almış gibidirler.

Asla akletmemizi, düşünmemizi, bu yeteneklerimizi kullanmamızı istemezler; çünkü onlar bizim adımıza düşünüverirler, niye zahmete girelim ki? Dayatılmış bir kimlik sahibi olmanızdır istenen. Kim ki size cemaat vb. merkezler bağlamında kimlik verdi, şeksiz şüphesiz ve dahi itirazsız kabul etmek zorundasınızdır. Dini de siyaseti de sosyoloji ve ekonomiyi de en iyi bilenler ağır ağabeylerdir, üstadlardır da ondan. Cemaat ilişkileri çerçevesince ödünç kimliklerdir aslında size/bize giydirilen; isterseniz karşı bir eleştiri getirin, gidişatı, olayları bir sorgulayın da görün, hemen çıkarıverirler üzerinizden hem de Dinin ta ötesine itekleyivererek.

Abiler, üstadlar, âlimler, akil adamlar, akademik ünvanlı bilirkişiler, konusunda uzman kabul edilen stratejistler varken bize ne gerek var ve sizler niye akledip okuyasınız, niye bilgi, kültür sahibi olasınız ve niye bunun için kendinize zaman ayırasınız ki? Siz sadece devlet ve sermaye sahipleri için üstelik günün yarısı çalışın yeter. Aldığınız üç kuruşu da ürettiklerinizi tüketerek devlete ve patronlarınıza iade edin, istenen budur.

Bu kuşatılmış altından kalkıp da fırsat bulabilirseniz şayet peygamberler, düşün ve eylem adamlarının tarihine bir bakın. Onlara destek verenler akıllarını kullanıp varlık sebebinin farkına varanlar ve vahyi çağrıya kulak verenlerdir; hak ve adalet arayışı içinde olanlar ve böylelikle sermayelerini inandıkları davaya vakfedenler, işkence altındaki köleler, fakir fukara cinsinden insanlardır. Karşı tavır geliştiren sistem ve sahiplerine rağmen vahyi sahiplenip kendi kimliklerini kendileri inşa edenlerdir.

Şimdinin insanı niye böyle olmasın ki?

Doğrudur, bugün kafalar karışıktır, cepheler çok belli değildir ve ne yazık ki Kur’an’ın farklı cemaatler nezdinde farklı yorumlanması diye bir realite vardır. Akil adamları kendi kabullerini bizatihi dindir diye dayatmaktadırlar, karşı düşünce geliştirenleri de aynen engizisyon mahkemeleri gibi aforoz etmektedirler. Bu bin dört yüz yıldır böyledir ama olsun, çok şükür elimizde mevsukiyetinden asla şüphe duyulmayan Allah’ın metne dönüştürülmüş sözleri mevcut ve bizi okusunlar, üzerinde düşünüp de gereğini yapsınlar diye beklemektedir. Yani demem o ki esas okunması gereken Kur’an’dır, asıl olması gereken onun mesajı üzerinden kimliğimizi inşa etmemizdir. Üzerimizde iğreti duran kimliklerle Allah’ın bize verdiği emanetin hakkını vermek asla mümkün değildir.

Dolayısıyla varlık sebeplerimiz üzerinde düşünmek, bu sebeplerin farkına varmamızı engelleyecek sistemlere, ideolojilerine ve mensuplarına da tavır geliştirmek kimliğimizin dışa vurumu için şarttır.

Ve dikkatli olun!

Vahyin rağmına iş tutan iktidar-lar-a ve onlara yağ çeken birey ve cemaatlere yakın mercek bakın. Size vaad edilenlerin yanında kimliğinizin nasıl törpülendiğinin farkına varın. Malumunuzdur ki bu dünya geçicidir. İdeolojilerin, bunlara bağlı yönetim biçimlerinin şemsiyesi altında yaşamaya razı olmak aslında bir zilletin ifadesidir. Yaşamımızın bu şekil son bulmasının karşılığı da ahrette hüsrandır. Bunları sıralarken inanç ve düşüncenin kemale ermesinden ve böylelikle toplumsal bilinç oluşmasına atıf yapıyorum.

Hülasa, asgari ücret köleliğine muhalif tavır içinde olarak çalışın elbet, para da kazanın; evlenin ve çoğalın da ama nazar-ı dikkatinizi celbetmeye çalıştığım nokta vahyi kimlik inşasına yöneliktir. Eleştirel ve yerli yerince tepkisel dinamizmimizin yok olduğu anda, kimliğimiz de yok olacaktır.

Bu bilinç, bu kimlik üzerinde yaşamaya ve mücadele etmeye çalışalım ki şikâyet ettiğimiz problemler azalsın, sonraki nesil sağlıklı bir zemin üzerinde yaşasın.

-Ama abi… diye başlayacağım söze lakin itiraz edecek hal de bırakmadın ki bizde. Dediğin gibi bu kuşatmanın altından başımızı kaldırıp, egemenlerin oyunlarına dikkat kesilmemiz gerekiyor.

Bu ara tekrarlayayım, kimimiz ilkokul, kimimiz lise mezunuyuz ve ne yazık ki ama meslek ama bahsettiğin konular bağlamında kalifiye değiliz. Sahi kim dinler bizi?

-Boş geç bu pesimistliği yani karamsarlığı yani edilgenliği dahası teslimiyetçiliği. Kötülüklerin kaynağı sadece diploma bazında cehalet değildir. İktidarın, devlet bürokrasisinin kademeleri, sermaye merkezlerinin çoğu, üniversiteler, yazılı ve görsel medya… ilaahir okumuşlarla, en baba diploma sahipleriyle dolu. O halde niye şikâyet ediyoruz gidişattan? Demek ki tahsil, diploma, makam, kariyer vs. olumsuzlukların giderilmesi noktasında öyle tek başına yeter şart değiller. Hayata iman ve Salih amel istikametince bakmadıkça yani vahyi hayatı tanzim eden kurallar manzumesi olarak görmedikçe bu işler asla düzelmez. Öyle bakmayın birilerinin, ne yani yeryüzünde Allah adına otorite mi kuracaksınız demelerine. Peygamber öyle mi yaptı, onların düşündüğü manada hâşâ keyfe ma yaşa davranan biri miydi? Yok öyle bir şey, hepsi saptırmaca, hepsi kandırmaca! Günün insanının, salt bu dünya merkezli kullanmaya çalıştığı aklını putlaştırmasından kaynaklanan itirazlar geliştiriliyor sadece.

Uzatmayayım, Kur’an yani vahiy yani ondan mülhem peygamber örnekliği olmazsa olmazımızdır bizim. Vesveselere kulak vermek de işimiz olmamalı vesselam.

-Ne diyelim, her şeyin hayırlısı olsun, temennimiz de bu tabii ki. Asgari bile olmayan ücretle, üstelik günün on iki saati çalışarak bu dediklerini hayata geçirmemiz açıkçası zor gibi.

Lakin yaparız bir şeyler, niye olmasın? Bu kadar laftan sonra hayata hala geyik muhabbeti tarzında bakacaksak işimiz var demektir.

Öyle değil mi arkadaşlar?

Yok öyle kulağımızın üstüne yatmak!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *