Gündelik Hayatımız ve Hâl-i Pür-Melalimiz

Gerçek Peygamber, Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) büyük bir tarihi başlattı. İnsanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirdi. Gelenekle, görenekle, coğrafyayla, statüko ile asla uzlaşmadı.

İktibas Dergisi tarafından düzenlenen “Günlük Hayatlarıyla Müslümanlar” konulu dosya çerçevesinde şu sorular yöneltildi:

1. Müslümanlar olarak günlük hayatımızı nasıl buluyorsunuz? Söylemlerimizle yaşam biçimimiz uyuşmakta mıdır?
2. Gerçek İslam’ın Peygamber (a.s) zamanında yaşandığını, o dönemin bir ‘asr-ı saadet’ olduğunu, sahabe neslinin bir daha tekerrür etmesinin mümkün olmayacağını düşünür müsünüz?
3. Müslümanlar fert, aile ve ümmet olarak pratik hayatta imrenilecek bir İslamî örneklik gösteremiyorlarsa, bunda ne gibi geçerli mazeretleri bulunmaktadır?
4. Günümüzde, “aradığım işte budur!” dedirtecek bir Müslüman yaşantısı oluşturabilmek için neler önerirsiniz?

Atasoy Müftüoğlu bu soruları şöyle değerlendirdi:

Gündelik Hayatımız ve Hâl-i Pür-Melalimiz

1-Merhum İzzetbegoviç’in “eğer din hurafeleri yok edemezse, hurafeler din’i yok edecek” mealinde bir sözü var. Bizler; bu tesbiti bütün boyutlarıyla yaşıyoruz. Söylemlerimizle günlük hayatımız arasında büyük uçurumlar var. Dinî hayatı duyular ve duygular halinde yaşıyoruz. Bilgi ve bilinç halinde, ahlak halinde yaşamıyoruz. Dinî hayatımız, günlük hayatımız, karşı karşıya bulunduğumuz ağır insanlık sorunlarından kaçan, hayatın ve tarihin gerçeklerinden kaçan, mistisizme, kaderciliğe ve geçmişe sığınan bir yaklaşımla bütünleşmiş durumdadır. Müslümanlar olarak tek boyuta kapandığımız için, tek boyutlu ilgilere kapandığımız için, zihni bir yetersizlik içerisindeyiz. Gerçeklere nüfuz etmek, gerçeklere göre konumlanmak ve bu doğrultuda hareket etmek yerine menkıbelere ve düşlere sığınıyoruz. Günlük hayatımızın kimi anlarında Müslüman, kimi anlarında laik, kimi anlarında liberal, kimi anlarında kapitalist, kimi anlarında pragmatist, kimi anlarında oportünist, kimi anlarında konformist, kimi anlarında muhafazakar, kimi anlarında milliyetçi, kimi anlarında mezhepçi tavırlar alıyoruz. Günlük hayatımız içerisinde eleştirel, sorgulayıcı, muhalif bir tavrımız, tarzımız yok. Artık aramızda muhalifler yok, direnenler yok, aktivistler ve eylemciler yok. Hepimiz iktidara eklemlenmiş/iliştirilmis pasif/edilgin bir konum içerisinde bulunuyoruz. Müslümanlar olarak bugün insanlığa/dünyaya sunulabilecek hiçbir şey üretmiyoruz. Geçmişi tüketmeye devam ediyoruz. Geçmişi biriktirmeye devam ediyoruz. Günümüzde yaşayan geçmiş efsanevi bir geçmiştir, inşa edici bir geçmiş değildir. Büyük bir bilinç parçalanması, bilinç felci yasadığımız için, hepimiz tarihin taşrasında yaşıyoruz. Tarih üretmediğimiz için tarih ithal ediyoruz. Dini hizmet, gönüllere hitap etmek anlamına geliyor, her tür popülizmle, her tür duygusallıkla, masallarla, menkıbelerle gönüller kazanılabiliyor. Cemaat/hizmet akımları, etkili/büyük/çarpıcı yalanlara dayalı menkıbeler oluşturarak sayıları çoğaltabiliyor, ancak hiçbir biçimde nitelik üretemiyor.

2-Bizler, günümüz toplumu, gerçek bir peygamber algısıyla değil, efsanevî bir peygamber algısıyla yetiştik, yetiştirildik. Tüm insani alanların, ilgilerin, duyarlıkların, kavram ve kurumların, bağlamların, etkinliklerin, siyasetlerin birbirleriyle eksiksiz bir bütünlük içerisinde olduğu, organik bir bütünlük içerisinde olduğuna inandığımız bir dönemde/dönemlerde tarihin merkezinde bulunuyorduk. Simdi tarihin kıyısında bile değiliz. Çünkü sözünü ettiğim bütünlük ufkunu/bilincini/yaklaşımını/ahlakını kaybettik. Bu bağlamdan koptuk. Bu bağlamdan koparıldığımız için Aydınlanma aklının sömürgesi haline getirildik. Gerçek Peygamber, Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) büyük bir tarihi başlattı. İnsanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirdi. Gelenekle, görenekle, coğrafyayla, statüko ile asla uzlaşmadı. Yeni bir dil/toplum/insan/siyaset oluşturdu. Bu yeni insanlar, bu yeni dil’le küresel imparatorluklar/medeniyetler oluşturdular. Biz gerçekten Peygamber (sav)’in yolunda olsaydık, bu yolu takip ediyor olsaydık, yeni bir tarihi başlatabilirdik, zihinsel sömürge durumuna son verebilirdik. Yeni bir sahabe nesli oluşturabilirdik. Hiçbir alanda yeni bir şey üretmiyorsak, olduğumuz yerde duruyorsak yeni bir tarih de üretemeyiz. Yeni bir tarih başlatmak için, tevhid/ümmet bilinci ahlakı/yaklaşımı içerisinde, zamana meydan okuyarak, statükolara meydan okuyarak, modern-seküler-liberal cahiliyeye meydan okuyarak, yeni bir varoluş biçimini somutlaştırarak, yeni bir yürüyüş başlatabiliriz. Ezber ve taklitten ibaret, kopyalama ve tekrarlardan ibaret, alışkanlıklardan ibaret bir İslam/din yaklaşımıyla yeni bir yürüyüş başlatılamaz. Bu tür bir İslam/din yaklaşımından bir umut çıkmayacağı gibi, bir gelecek de çıkarılamaz. Umut; içerik üreterek, bilinç üreterek, muhalefet/direniş üreterek, sorgulama üreterek, eylem üreterek başlar. Yeni ihtiyaçlar söz konusu olduğunda, yeni yorumlar yapmak, geçmişe saygısızlık yapmak, ya da geçmişi inkâr etmek anlamına gelmez. Donmuş, dondurulmuş bir geçmiş yaklaşımı, şimdiki zamanın karşısında bir varlık ve hayatiyet sahibi olamaz. Milliyetçi/mezhepçi/hizipçi geleneksel yapılar, dünya çapında, evrensel bir bilinç edinmemizi engeller, ufkumuzu kapatır.

3-Küresel kültüre, neoliberal-seküler kültüre entegre olduğumuz için, İslami aidiyet bilincinden uzaklaştık. Tarihsel tanıklıklar/sorgulamalar/hesaplaşmalar gerçekleştiremedik, tarihsel sorumluluklar alma liyakati gösteremedik. Modern zamanlarda ortaya çıkan bütün gelişmelere kayıtsız kaldık, bu gelişmeler etrafında tutarlı çözümlemeler yapamadık. Değisen/dönüşen zamanları/hareketleri/fikirleri anlayamadık. Zamana boyun eğdik. Modern zamanlar boyunca tahakküm üreten ırkçı/emperyal/baskıcı dile/söyleme/siyasete karşı bir direniş bilinci oluşturamadık. Modern zamanlar boyunca karşı karşıya bulunduğumuz, halen devam eden entelektüel/düşünsel/kültürel meydan okumalara yanıt veremedik. Hep savunma durumunda kaldık. Teslimiyetçi bir konuma sığındık. Kültür, siyaset, ekonomi, eğitim, her şey Batı dünya görüşü temelinde kavramsallaştırıldı. İslam bir referans kaynağı olmaktan çıkarıldı. Bugün, bütün dünyada/İslam dünyasında da “demokrasi” tek referans kaynağı haline getirildi. Zaman ve mekân üzerindeki İslamî etkiyi kaybettik. İçerisinde bulunduğumuz tarihin son 500 yılı içerisinde, şimdiye kadar üretilen İslamî bilgi/kültür ve düşünce birikimini yeterli görerek, İslamî bilgi/yorum ve kültürü dondurduk. Hâlbuki bilgi ve düşünceyi çoğaltarak, yaygın hale getirmemiz gerekirdi. Karşı karşıya geldiğimiz tıkanma/bunalım/belirsizlik/güçsüzlük/edilginlik sorunlarıyla ilgili olarak hep emperyalistlere/sömürgecilere atıfta bulunduk. Kendimizi, kendi iç sorunlarımızı sorgulamayı, kendi zaaflarımızı itiraf etmeyi başaramadık. Özeleştiri yapmadık. Tarihte neler olduğu üzerinde çalışmadık. Yeni bir toplum, yeni bir dünya için mücadele etmedik. Zihinsel mücadeleleri kaybettik. Zihinsel bağımsızlık ve özgürlük için çaba harcamadık. Bütün bu nedenlerle İslam bugün bütün iddialarını kaybetti. Daha doğru bir tanımlamayla İslam degil, Müslümanlar bütün iddialarından geri çekildiler, bu iddiaları ya tehir ettiler, ya da askıya aldılar. Bizler bugün halen gerçeklerle ilgilenmek yerine sansasyonla ilgilenmeye, propagandayla ilgilenmeye, hamasetle ilgilenmeye devam edebiliyoruz. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz, tanımı güç konumla ilgili olarak hiçbir İslamî mazeret bulamayız. Hepimiz modern hayat tarzı içerisinde İslamî hayat tarzına yabancılaştık.

4-İslamî dili, düşünceyi, inançları, dünya görüşünü, hayat tarzını, siyaset tarzını, ekonomi tarzını bir bütünlük içerisinde özgürleştirinceye kadar, “aradığım işte budur” diyemeyiz. İslam toplumları olarak yüzyıllardır ideolojik/entelektüel bir barbarlık karşısında bulunuyoruz. Bu barbarlık karşısında savunma/direnme gücümüzü yitirdik. Kararlı bir çizgi/yol izleyemedik. Genel geçer bilgilerle, yaklaşımlarla, yöntemlerle oyalandık, oyalanıyoruz. Yerel/etnik bir kültürün, coğrafi bir bölgenin mensupları olarak değil, evrensel insanlık ve İslam ailesinin, yani ümmet’in bir mensubu olarak konuşmadık, üretmedik. Yerel koşullara dayalı bir dilin, söylemin kalıcı bir etki uyandırmayacağını düşünmedik. Güncel dünyayı anlama çabası gösteremedik. Kendi zamanımızın insanı olamadık. Dünyada neler olup bittiğini merak ederek, kendi sınırlarımızın dışına çıkmayı başaramadık. Yani neler olduğunu merak etmedik. Bizler, Müslümanlar olarak halen küresel değisim süreçlerine maruz kalmaya devam ediyoruz. Tarihsel küreselleşme dalgalarından olumsuz yönde etkileniyoruz. Hizipçi saplantılar yüzünden birlikte hareket etme yeteneğimizi kaybettik. Birbirimizi nasıl dinleyeceğimizi, nasıl anlayabileceğimizi, nasıl tartısacağımızı maalesef bilmiyoruz. Anlayış yoksunluğu sebebiyle paramparçayız. Aramızdaki farklılıkları barışçı/dayanışmacı bir farklılığa dönüştüremedik. Yasadığımız iç krizler, bunalımlar, moralsizlik ve maddi güçsüzlük gibi nedenlerde edilgin bir konuma sürüklendik. Bizler sayılarımızın çokluğu ile iftihar ediyoruz ancak seküler modernliğin etkisi/egemenliği üzerimizdeki baskısını sürdürüyor. İslam’ı folklorik/kültürel anlamda temsil edebiliyoruz. Bütün tercihlerimiz melezleşiyor, grileşiyor. Günümüzde İslamî tanımlar ya Batı’nın Rasyonalist referans kaynaklarına göre, ya da batınî/tasavvufî kaynaklara göre yapılıyor. Bu bağlamdan bir gelecek çıkmayacağını hatırlayabilmeliyiz. Dinî hayata vaziyet eden, kalabalıklara/sayılara vaziyet eden pek çok isim açıkça şizofreni semptomları gösteriyor. Türkiye’de nasslar temelinde oluşturulan bir İslamî otorite olsaydı, sözünü ettiğim klinik vakalar böylesine pervasızca hareket etmeyecekti. İslamî dilin/bilincin/söylemin tarihi yeniden başlatabilmesi için/her alanda ehliyet/liyakat/ahlakî derinlik sahibi, kusatıcı bilgi birikimi sahibi, siyasal bilince, yönetme, örgütleme, planlama yeteneğine sahip, geniş ufuklu, uzak görüşlü, cesaret-kararlılık-erdemlilik sahibi kadrolara ihtiyacımız olduğunu bilmeliyiz.

İktibas, Haziran 2012, sayı 402

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *