Sıradan bir yazı işte!

Sıradan bir yazı işte!

Önceden “dava adamı” vasfıyla birbirimizle konuşuyor, sohbet ediyorduk; şimdi konuşmaya çekinir olduk, tekrarlardan gına geldi/gelmiş çünkü! Her şeyi biliyoruz ya, işte o yüzden!

Coğrafi anlamda dışarıda yani Ortadoğu’da küresel ve yerel iktidarların arzuları istikametinde katliamlar yapılıyorken; deveye “Yahu bu yolun düzü yok mu?” dedirten fıkra misali İran ve Suriye’nin politikaları karşısında insanların özellikle Müslümanların ya baasçı ya da NATO’cu olmak gibi bir ikileme mahkûm edilmesi söz konusu iken; içeride ise Türkiye siyasetine format atamaya yönelik bir dolu davalar sürüyorken- ki format asla özü değiştiren bir uygulama değildir, adalet ve kalkınmayla zerre kadar alakası olmayan ve geçmişte verilen sözlerin aksine yürürlüğe sokulan zalimce yapılan zamlar ortadayken; yani bu kadar ciddi meseleler varken, bunlara dair çözüm üretmek ve arka planlarındaki kast-ı mahsusayı deşifre etmek işimiz olmalıyken sen kalk sıradan meselelere kafa yor!
Hiç olacak iş mi?
Ama ne yapalım ki biz sıradanlaştırdık aslında sıradan olmayan şeyleri!

Dava adamlığı” da böyle bir şeydi işte!
Sıradan değildi, önemliydi ama gel gör ki böyle yürümedi işler!
Benim için bu sözün, kimse yanlış anlamasın ve garip kaçmasın ama İslami değerinden(!) çok nostaljik anlamı var artık!
Şöyle bir eskiye gittiğimde seksenli yıllarda okuduğumuz kitapların muhtevasını hatırlatıyor bana. İran İslam cumhuriyeti yeni kurulmuş, inkılabî söylemlerin arş-ı alayı sarstığı ve o söylemlere dair kitapların hevesle ve merakla ellerde dolaştığı demlerden, zaman diliminden bahsediyorum ben.
Onlar Şii’ymiş, dört hak mezhebin dışındaymış, vız gelir tırıs giderdi hepimiz için…
Cehd, cihat, mücahit ve diğerleri dava adamlığı üzerine yorumlanmış, önem kazanmıştı o kitaplarda ve okuyucularda…
Okumalarımızdan mülhem İslam mücahidi, İslam davasının neferi ve daha neler günlük konuşmalarımızın sebebi oluveriyordu o demler.
Yaşıtlarımız bilir, ne hararetli tartışmalar yaşandı o vakitler; sanırsınız ki akşamdan sabaha işler hallolacak, sabah kalktığımızda toplumu değişmiş görüverecektik.
Okuduğumuz tercüme ve az sayıda telif kitaplarla, hadi eserlerle diyelim, hatta hatta her sayısını merakla beklediğimiz dost/arkadaş tavsiyeli dergilerle sanki kendimizi dava adamı olmanın, klişe ifadeyle dayanılmaz cazibesine kaptırıyorduk.
Yeni bir şeyler öğrenmenin hazzıyla öğrendiklerimizi, kime denk geliyorsa artık paylaşmanın, anlatmanın aculluğunu yaşıyorduk o demlerde.

İş yerinde, yolculukta, esnaf dükkânlarında ve dahi evlerde bu tarz sohbetlerin müdavimi, iştirakçisi veya oluşturucusu oluveriyorduk. İçinde İslam ve dava kavramlarının geçmediği konuşmaları zul addediyorduk kendimizce.
Seyahatlerimiz uzaktaki dostları/arkadaşları görmek, hakeza yazılarını okuduğumuz üstatlarla tanışmak içindi…
Kabımıza sığamıyorduk, taşıyorduk ta uzaklara…
Para/pul işimiz değildi, ölçüyü kaçırıp dara düşsek bile dostlarımız, Mü’min kardeşlerimiz vardı nasıl olsa!
Nasıl olsa Er-Razzak Rabb’imizdi!
Dünyevileşmek uzak olsun bizden-di!
Modernleşmek mi, Allah korusun –du!
Demokrasi, kapitalizm, liberalizm gibi ladini kavramlar ve bu minvalde gelişecek siyasal mücadeleler kapımızdan ırak olsun-du!
Beşeri sistem ve ideolojilere ram olmak küfürdü o zamanlar!

Öyle öğretiyorlardı bize; öyle anlatıyorlardı üstatlar, bu işi iyi bilenler!
O demlerde, bir daha asla geri dönmeyecek o zamanlarda bizim için her ev Dar-ul Erkam’dı!
Sahip olduğumuz her şeyi İslam için, İslam davası için paylaşacak ve o uğurda nefes alıp verecektik!
İçe kapanmış vaziyette mağaralarımızda değildik çok şükür ve o demlerde böyle büyük büyük mağazalar da yoktu hem harcayacak paramız mı vardı ki mağaza ne yapsındı!
Meydanlarda da değildik ama gönlümüz, kalbimiz meydandı bizim. Her müslümanım diyenle koşturup duruyorduk o meydanlarda. Gönüller birdi çünkü!

Ah, ah!
Ne samimiydik o zamanlar!
Ne biçim dosttuk, arkadaş ve kardeştik, hatırlayanımız var mı?
Sahi ne gayretliydik o zamanlar, şimdi nerdeee… diyenlerimiz var mı?
Şimdi yaşlandık mı ne, üzerimize bir kasvet çöktü ki sormayın…

İddialarımızın, o ciddi mi ciddi söylemlerimizin neresindeyiz diye kendi kendime sorup duruyorum şimdilerde.

Geçmiş yıllarda benden yaşlı olanlara, hani demiştim ya dava adamı diye bir şey, onun olma gerekçelerini sıralarken, aynı zamanda onlara ölümün yakın olduğunu hatırlatıp dururdum… Anlamaya çalışırdım onları ve sorardım kendime; ”Bu insanların yaşları geçkin ama hiç de ölecekmiş gibi davranmıyorlar, acaba niye?” diye…
Şimdi neredeyse aynı yere geldik ve eleştirdiğimiz noktadayız işte!
Oysa ölümün her daim olabileceğini, ölümün genç-yaşlı ayırımını yapmadığını, vakit geldiğinde ne bir an geri ve ne de ileri gitmeyeceğini bilenlerdendik!
Şimdi artık biz de unuttuk ölümü, adeta sıradanlaştı bizim için, büyük hedeflerimiz var çünkü!
Ve bu sebeple eşimizle-dostumuzla bir araya geldiğimizde konuştuğumuz şeyler değişti!
Şimdi ev almaya ve içinin mefruşatının neliğine kafa yoruyoruz!
Şimdi araba modelini değiştirmeyi, markasının ne olması gerektiğini araştırıyor, abs-tcs-ebd-dijital klima -çelik jant-sis farı(full+full) vb. donanımlarının gerekliliğini konuşuyor tartışıyoruz!

Hemen kızmayın yahu!
Sanki sen farklı mı düşünüyor, farklı mı eyliyorsun diye hemen saldırmaya koyulmayın!
İki körün birlikte dolma yeme hikâyesini bilenler bilir.
Öyle bir şey işte!
Kendimden pay biçiyorum!
Çok mu basit kaçtı?
Hadi buyrun, aksini iddia edin!

Hey gidi günler hey, eski bayramlar bir başkaydı canııım!
Ne alakası var şimdi mevzuumuzun bayramlarla değil mi?
Var efendim var…
İslam davası diye bir davaya soyunduğumuz o günler aslında bizim bayramımızdı.
Ama şimdiki bayramlar bir başka!
Şimdi o günleri; ”Biz de çok  radikalmişiz efendim, seslendirdiğimiz birçok şey sloganikmiş; kullanmayı çok seviyoruz ya, reel karşılığı olmayan şeylermiş!” diye neredeyse pişmanlık ifadeleri ile yargılıyoruz.
Usül bilmemişiz, yol yöntem bilmemişiz diyenlerimiz de var.
Hele onlar var ya onlar, hepten çıldırtırlar adamı!

Şimdi Reel politik zamanı!
Nefis mücadelesi, pardon, nefis muhasebesi bu olsa gerek!
Dünyayı yaşanabilir kılmanın yolu bu, slogan devri geçti, realiteye bakalım efendim!”
Diyenler çoğaldı!

Ama ben o eski günlerin hatıralarını fotoğraf albümlerinde arıyor oldum şimdi.
Dağda, denizde, kırda veya herhangi bir evde tüm dost ve kardeşliğimizle çektirdiğimiz fotoğraflara baktığımda her daim hüzünleniyorum ben!
İçinde yaşadığımız zaman diliminin Müslüman zihin algısı üzerinde oluşturmaya çalıştığı tüm travmalara ve bu travmaların üretim/kumanda merkezinde oturan gerilim mühendislerinin oluşturduğu kaotik sürece rağmen eskiye, eskilere, eski fotoğraflara inadına bakma gereğine inanırım ben…
Onlarda koca bir tarih vardır çünkü.
Onlarda dostluk, kardeşlik, muhabbet, uhuvvet vardır çünkü!
Sizi bilmem ama çekilen o fotoğraflar birer duaydı bizim için; geleceğe birlikte yürümenin/koşmanın bir sözleşmesi, akitleşmesiydi hepimiz için!..

Hadi, siz de arada bir alın elinize fotoğraf albümlerinizi, onlara bakarak şöyle bir düşünün!
Kimler geldi/gelmiş, kimler gitmiş bir hatırlamaya çalışın.
O fotoğraf karelerinde el ele, yan yana, omuz omuza durduğumuz birçokları nerelerdeler şimdi, bir sorgulayın!
Neydik, ne olduk, ne olacağız diye soralım ve düşüneduralım hep beraber!
Gençlik heyecanlarımızı hatırlayalım, şimdiki bedbin/pesimist ve konformist vaziyetimizi gözden geçirelim…

Sahi, yapabilir miyiz bunu?
Var mı cesaretimiz?
Şimdi soralım: Söz verdiğimiz yerlerde durabilseydik eğer, istikamet üzre beraberce yaşasaydık geçen zamanı, azalmaz mıydı bunca zulüm?
Tutunabilseydik birbirimize, savrulur muyduk sağa sola?
Dert etmeseydik kilu kal işleri, parçalanır mıydık bu denli?
Dava adamlığını sloganlıktan çıkarıp, adam gidi adamlığa dönüştürebilseydik mahkûm olur muyduk kalabalıklar arasında yalnızlığa?
Hiç iyi şeyler yok mu?”
Diye sormayalım lütfen…
Övgü bekliyorsak eğer, yüzüme serpilmek için bir avuç toprak bekliyor kenarda!
Bizi biz düzeltmeyeceksek, kim düzeltecek bizi?
Bilmem anlatabildim mi?

Hülasa…
Önceden “dava adamı” vasfıyla birbirimizle konuşuyor, sohbet ediyorduk; şimdi konuşmaya çekinir olduk, tekrarlardan gına geldi/gelmiş çünkü!
Her şeyi biliyoruz ya, işte o yüzden!
Konuşursak bile, kodumu oturturuz cinsinden!
Tartışsak bile, ”Ben ne diyorsam o!” dercesine!
Ukalalığımız mı desem, malumatfuruşluğumuz mu desem hepsi üzerimizde!
Herkes bulunduğu mekânın en-lerinden, zerre miskal taviz vermeyiz halimizden, söylemlerimizden!
Dava adamı olmak şimdilerde böyle bir şey işte!

Çok mu abarttım?
Sıradan bir yazıydı, başka şey mi bekliyordunuz?
Ne yaparsınız müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış, bizimkisi de öyle bir şey işte!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *