Hezeyan Furyası ve Temsiliyet Sorunumuz

Hezeyan Furyası ve Temsiliyet Sorunumuz

Âlemlerin Rabbi’nin aziz dini İslam’ın bugün yaşadığımız coğrafyada daha çok hezeyan sahiplerince temsil ediliyor görünmesi şüphesiz ki çok ciddi bir sorundur.

Medyanın “İslami kesim” adına öne çıkardığı, sesi çok çıkan, çok tanınan, çok gündem olan, adeta Müslümanları ve İslam’ı temsil konumuna oturtulan kişilere baktığımızda, çoğunlukla sorunlu, din anlayışlarındaki çarpıklıklar bir yana kişilik problemleri ve ahlaki zaafları olan, kendini beğenmiş, kendini yücelten ve yüceltilmekten hoşlanan, bunun için de bizatihi menkıbeler üreten ve üretilmesine ön ayak olan hastalıklı kişiler olduğunu görüyoruz.

Müslümanlar olarak bu anlamda ciddi bir temsiliyet sorunu yaşadığımız ortadadır. Bu sorun, yegâne hak din ve insanlığın yegâne kurtuluş reçetesi olan İslam’ın toplumla buluşturulmasının ve bunun neticesi olacak İslam inkılabının önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımızda durmaktadır.

İslam ve Müslümanlar adına toplum sahnesinde görünürde olanların veya medya tarafından görünür kılınanların çoğundan, İslam ve Müslümanlar adına utanmamak elde değil. Üfürükçüsü, cincisi, “Ben yazmadım, bana yazdırıldı” hezeyancısı, mehdisi, gavs ve kutub putçusu, rüya ve menkıbe masalcısı, çıplak uyarıcısı, din baronu, din bezirgânı…

Bir yığın hastalıklı tip meydanı doldurmuş durumda ve İslam denince, Müslümanlar denince kitlelerin aklına ilk bunlar geliveriyor.

Hayatta boşluğa yer olmadığı, boş kalan, boşta bırakılan hangi alan varsa orada olması gerekenlerin yerine olmaması gerekenlerce doldurulacağı gerçeği bu alanda da tüm yakıcılığıyla karşımıza dikiliveriyor kısacası. Ekin ekilmeyen tarlada yabani otların boy vermesi misali…

Evet, Müslümanlar olarak çok ciddi bir temsiliyet problemi yaşıyoruz, insanlığın yegâne çıkış yolu aziz İslam’ın çoğunlukla hastalıklı tiplerle anılıp özdeşleştirilmesi karşısında üzülüp utanmak dışında bir şey yapamıyoruz.

Boy boy atacak, ekicisini sevindirecek ekinlere dönüşecek tohumlar atmayı ihmal ettiğimiz tarlamız, yabani otlarca istila edildiğinde ah vah etmenin dışında bir hal çaresi bulamıyoruz.

Çare yabani otlarla mücadele etmek mi? Tarla boş bırakıldığı müddetçe yabani otların ardı arkası gelir mi dersiniz? Bâtılın her türlüsüyle mücadele bir yükümlülüktür, lâkin hak gelmeden bâtılın zâil olmasını beklemek beyhûde değil midir? Zira Rabbimiz “hak gelince bâtılın zâil olacağını” bildirmektedir. (Bkz. İsrâ, 17 / 81)

Dolayısıyla sorunun kaynağını doğru tesbit etmemiz gerekir. Suçu yabani otlara atıp, onları dilimize dolamakla ne sorumluluktan kurtuluz ne de sorunu çözüme kavuşturabiliriz. Sorun, Kur’an’a yönelme bilincine sahip olmuş Müslümanların, din algıları hurafeler ve hezeyanlar üzerine kurulu olanlar kadar gayret ehli olmamasından, Kur’an mesajını toplumun gündeminde baş sıraya koyacak gerçek bir dâvet çabasından mahrum olunmasından, kısacası meydanın boş bırakılmasından kaynaklanıyor.

Çözüme ancak sorunun kaynağını doğru tesbitle gidebileceğimiz açıktır. Âlemlerin Rabbi’nin aziz dini İslam’ın bugün yaşadığımız coğrafyada daha çok hezeyan sahiplerince temsil ediliyor görünmesi şüphesiz ki çok ciddi bir sorundur. Ancak söz konusu hezeyan sahipleri sorunun kaynağı değildir. Olan-bitendeki payları, boş bırakılan tarlada boy vermesi kaçınılmaz olan yabani otlara karşılık gelmeleridir. Bu durumda, kaçınılmaz sonuca odaklanmak yerine, bu sonucu doğuran sebeple ilgilenmek ve çözümü burada aramak gerekmektedir.

Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz takdirde, sapan kimse size zarar veremez…” (Maide, 5 / 105) âyetini iyi idrak etmemiz gerekir. Şayet bugün İslam ve Müslümanlar adına büyük bir temsiliyet sorunu olduğunu söylüyorsak bunun sorumlusunun hurafe ve hezeyan sahipleri değil, meydanı hurafe ve hezeyan sahiplerine bırakan bizler olduğunu anlamamız gerekir.

İnşallah bir sonraki yazıda, bu konuda üzerimize neler düştüğü meselesine değinmeye çalışalım…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *