“Oku”manın ne’liği üzerine-2

“Oku”manın ne’liği üzerine-2

Bu kuşatılmışlığın içinden baş kaldırıp sahici okumaya yönelmek, yönelebilmek, insanın insan olduğunun farkına varabilmesi, bireysel ve sosyal anlamda şuur/bilinç sahibi olması demektir ki bu, demeye çalıştığımız gibi siyasal erk tarafından kesinlikle istenilen bir şey değildir.

“Hz. Muhammed’in ilk okuması Mekke toplumunun şirke, isyana bulaşmış kabullerini fark etmesidir; yani bir anlamda kendi varlık bilincine vakıf olmasıdır.. İkinci okuması vahiyle müşerref kılınması ve cahili sitemi vahiy merkezli yeniden inşa etmesi için görev alanına, yani Mekke’ye yönlenmesidir… Sonra Medine ve sonra Mekke’nin fethi ve sonra işte bugünler.(Bir önceki yazımızdan..)”

 

Siyasal erkin müdafisi ve aynı zamanda tufeylisi olan sistem mühendislerin türlü manipülasyonlarıyla içinde yaşadığımız toplumun okuma macerasına yönelmesini engellenmeye çalıştıkları bir vakıadır.

Akıllı uslu insanların da dile getirdiği gibi, kapitalizmin vazgeçilmezlerinden biri olan albenili reklâmlarla hayata sadece tüketici kompleksiyle bakan bireyler oluşturmak; kulağa değil de klip adı altında göze ve belden aşağıya hitap eden müzik üretmek; yine pornoyu erotizmle modifiye edip güya sanatlaştırmak ve bununla adeta haz toplumu inşa etmenin enstrümanı olmuş sinema ve televizyonu bu halleriyle vazgeçilmez kılmak; kumarın, tüketimin tetikçisi ve tapınacak ilahlar üretme merkezi sayılan spor dallarını (Örneğin; futbol ki güncel anlamda şike soruşturmalarını da bu kapsamda değerlendirebiliriz..) gündemde tutmak ve yine tüketilen nesnelerde marka/moda boyutunda tapınılacak fenomenler üretmek sistem mühendislerinin uzmanlık alanlarına girmektedir.

 

Darbe, muhtıra, ihtilal gibi toplumların düşünce ve eylem reflekslerini baskılayan enstrümanların sık aralıklarla akordunun yapılarak notalarına basılması; olmadı Ergenekon dosyası, askeri ve hukuki vesayet gibi gerçekte aba altından sopa gösteren konuların sürekli gündemde tutulması ise hakeza..

Bu kuşatılmışlığın içinden baş kaldırıp sahici okumaya yönelmek, yönelebilmek, insanın insan olduğunun farkına varabilmesi, bireysel ve sosyal anlamda şuur/bilinç sahibi olması demektir ki bu, demeye çalıştığımız gibi siyasal erk tarafından kesinlikle istenilen bir şey değildir.

 

Bugün çeşitli gazetelerin kültür sayfalarında, TV kanallarının haber programlarında “en çok satan ve okunanlar” kandırmacasıyla topluma özgün kültür kazandırma derdi olmayan kitapların; yönlendirici reyting ölçüleriyle çok izlendiği söylenen film ve dizi isimlerinin zikredilerek insanların ilgisine dayatılmasının, aslında sistem sorgulaması yap-a-mayacak bir neslin inşası için ve özellikle toplumları bu çerçevede yönlendirmek niyetiyle olduğu gerçeği ortadadır..

 

Peki, bir önceki yazıda verdiğimiz istatiksel verilerden de anlaşılacağı üzre, evlerde Kur’an/mushaf bulundurma ve meal okuma yüzdesi diğer kitap okumalarından fazla olduğuna göre, istenilen anlamda sosyal ve siyasal bilincin ve hatta vicdanın oluşmamasını sadece bu sebeplere bağlayabilir miyiz?

Kanaatimize göre hayır…

Çünkü ne yazık ki İslami kesim de okuma süreci ve çeşitliliği konusunda henüz olabildiğince özgür değildir. Cemaat, tarikat ve benzeri oluşumların, geçmişe ve sahih İslam düşüncesinin çok da onaylamadığını varsaydığımız geleneğe özgü önyargılarıyla dar alana sıkıştırdıkları bilgiden başkasını tahammül edemedikleri ve bu sebeple, tabi durumda olanlara kendi istekleri doğrultusunda kitap, dergi ve gazeteler yoluyla bilgi servis ettikleri, kendi düşün dünyalarına aykırı olanların seslendirildiği neşriyatın da dolaylı yollarla yasaklandığı gerçeği ortadadır..

Çizilen sınırları zorlayan veya dışına çıkmaya çalışanların hangi kavramlarla suçlandığı, bağlı oldukları cemaat gibi yapılardan o kavramların anlam dünyasına yönelik olarak tasfiye edildikleri de hiçbirimize yabancı değildir. Sanıyor muyuz ki bizim piyasada da politbürolar ve oralarda sözünün üstüne söz söylenmeyen otoriteler yok? Yine sanıyor muyuz ki o otoritelerin emirleriyle bizim piyasada da andıçlama, kara listeye alınma ameliyesi gerçekleştirilmiyor?

 

Eski kuşak iyi bilir, tabii tarih okuyucuları da; Cumhuriyetin ilanından hemen sonra ki dönem Kur’an okumanın, İslami neşriyatın zinhar yasak olduğu; İslam Dininden bahsetmenin, İslama özgü ibadetlerin yapılmasının engellendiği bir vasatı hatırlattığı için pek hayırla yâd edilmez. Tabii ki o dönemin iktidarı ve siyasal kahramanları da haklı olarak yerden yere vurulur..Lakin ilginçtir, o sürecin hazırlandığı zemin ve tarihsel şahsiyetler üzerinde de pek durulmadan!Halbuki şikayet edilen zaman dilimi, gelinen nokta itibariyle bir sonuçtu sadece!

Ve maalesef, üzülerek söyleyelim ki İslami düşünce geleneği mensupları da kendi yapısı içinde, eleştirdiği malum dönem ve yasakçı zihniyet kadar olmasa da kendi kabullerinin aksine “okuma” gerçekleştirenleri, önceki satırlarda da ihsas ettirdiğimiz gibi eleştiri ön başlığıyla “öteki” ilan etmekten geri durmamaktadır. O anlayış sahiplerinin alel usül kaleme aldıkları “Naylon Müçtehitler” başlıklı kitap kütüphanemde müstesna yerini koruyor hala!

Bu çerçevede söylersek ideolojik önyargı sahiplerinin, bu dünyaya özgü bir şekilde ötekileştirme ameliyeleri kendi kurguları çerçevesince anlamlıdır; ama İslami kesimin, sanki bir yerlerden yetki almışçasına, sanki bildikleri tam doğruluğun karşılığıymışçasına kendi tarihinden, kendi kadim kültüründen mülhem kendilerine rağmen düşünenleri, hem dünyevi ve hem de uhrevi anlamda ötekileştirme çabaları anlamlı değildir..

Çünkü bunu bizatihi sahih İslam düşüncesi öngörmemektedir; çünkü böylesi bir tutum kendimize, kendi insanımıza güvensizlikten başka bir şey değildir..

Tabiidir ki inancımıza, asli kaynaklarımıza bile isteye saldıranları, yine asli kavramlarımızı güle oynaya çarpıtıp tahrif etmeye çalışanları da mazur görmemiz asla mümkün değildir!

 

Özetle diyebileceğimiz şey şudur:

Kastettiğimiz okumak, özgür iradeyi, özgür aklı ve talip olmayı gerektirir. Zamanı iyi kullanmayı, şahsi zevklerimizden (!) fedakârlık yapmayı, araştırmayı, iyi bir gözlemci olmayı, gündemi takip etmeyi, sabır/mücadeleyi ve bildiğini paylaşmayı zorunlu kılar.

Ataleti, bana neciliği, sadece ben bilirim tavrının sergilenmesini, duyarsızlığı, bildiğini mutlaklaştırmayı, eylemsizliği ise asla kabul etmez.

 

Uyarmak kabilinden hatırlatırsak, neredeyse at gözlüğü takmayı icbar eden baskıcı, otoriteryen merkezlerin etkisinde kalmış akıl, tabi olup durduğu liderlerin, hesap gününde kendi dertleri peşine düşeceklerini ve onu yalnız bırakacaklarını bilmelidir. Baskı kurmaya, otorite olmaya çalışanlar da büyük bir mesuliyetin altına girdiklerinin farkında olmalıdırlar.

Bugün, bu vasatta, içe kapanmacı, çevresine geçilmez sınırlar çizmiş oluşumların bu tutumlarını eleştirenlerin de aslında yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi, kendi yapılarında da benzer tavırlar sergilediklerini uzun yıllardır gözlem yapmaya çalışan biri olarak söylemek durumundayım.

 

Kabul edelim ki Vahiy, metin olarak elimizdedir ama bir kısmımız aksini söylese de O’nu anlama sorunu tarihi bir vaka olarak önümüzde durmaktadır. Yani henüz anlama süreci, şekilde görüldüğü gibi noktalanmış değildir. Bu söylemi haklı kılan sebepler de bir bir kitaplarda işlenip durulmaktadır..

İyi niyetle söylersek, sırf bu kaygılarla üretildiğini varsaydığımız onlarca tefsir, yaklaşık iki yüz yirmi meal okunmayı, yeni çalışmalar da piyasaya çıkmayı beklediğine göre demek ki anlama konusunda eksik taraflarımız var. Yeni yeni ortaya çıkan dergi ve kitaplar ve farklı isimlerle tezahür eden dernek, vakıf, platform vs. gibi oluşumlar da adeta eksik kalan taraflarımıza sosyal ve siyasal boyutlarıyla işaret etmek durumundadırlar. Sorulduğunda öyle söylenmektedir ondan…

 

Malum, sadece özgür irade, sadece özgür akıl özgün okumalar yapabilir. Ancak bu okumalar sonucunda arzu edilen seviyeye gelinebilir. Aksi halde biz, bize hükmedenlerden daha çook şikâyet eder ve meydanlarda İslam Dünyasının yitikleri için olsun, zorla elden alınmaya çalışılanlar için olsun daha çook sloganlar atıp dururuz. Acı ama gerçek budur.

Siyasal ve sosyal bilincin dışa vurumu ve hak aramanın, Hakk’ı ifade etmenin enstrümanı olarak görebileceğimiz meydanlar aslında okuma sürecinin eylem boyutlarından biridir. % 99’u Müslüman kabul edilen bir toplum, meydanlarda İslami hassasiyetler noktasında hala tepki göstermiyorsa; geçmişte Din, namus elden gidiyor diye bedel ödemiş insanımız, şimdi Dininin yerine ikame edilmeye çalışılan ideolojilere, Hz. Muhammed örnekliğinden bağımsız yönetim biçimlerine karşı toplumsal direnç göstermeyip tıpış tıpış verdikleri oylarla destek çıkıyorsa; ama maaşa verilen zammı yeterli görmeyerek yolları ve meydanları aşındırıyorsa, bu okuma ameliyesinin tam olarak hakkının verilmediğinin ve cemaatsel yapılanmaların mensuplarını ters istikamette baskıladığının bir göstergesidir..Yakın geçmişte bazı cemaatlerin, bazı sivil toplum kuruluşların hangi partileri destekleyeceklerine dair yaptıkları kamuoyu deklarasyonları da bu tespitimizi destekler mahiyettedir.

 

Son söz olarak: Eylemlerin sürekliliği, kalıcılığı ve en önemlisi sonuç getirici olması bahsetmeye çalıştığımız okumalara bağlıdır. Ne sadece tek başına düşünmek ne sadece metin okumak ne de sadece meydanlarda eylem yapmak tek başına yeterli değildir.

Bırakalım insanlar yeter ki okusunlar, bırakalım insanlar yeter ki düşünsünler, bırakalım insanlar yeter ki düşündüklerini ifade etsinler ve yeter ki o istikamette de eyleme koysunlar. Bazıları kabullerimize ters olsa da yapsınlar bunu..

Yoksa şikâyet edip durduklarımızdan bir farkımız kalır mı bizim?

İstişaredir, danışma, meşverettir diye niye söylenip duruyoruz ki yıllardır?

Dostluk, kardeşlik, arkadaşlık vahyi ilkeler eşliğinde bize boşuna mı tavsiye edilmiş?

Sosyal birliktelik bu çerçevede geliştirildiği sürece endişe etmeyelim, inanın ayrışma olmaz.

“Aklın yolu birdir” sözü hakikati ifade ediyorsa samimi olanlar Hakk’ı bulurlar, neden korkuyoruz ki?

Umarız, toplumun yeknesaklığının farkında olan insanımız yani bizler “oku” çağrısının hakkını veririz; tabii ki okumanın sosyal ve siyasal görünürlüğüne vesile olmak dahilinde..

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *