Demokrasi Emperyalizmi

“İnsan Hakla­rı” dili/söylemi Amerika’nın tahakküm ihtiraslarını/saldırılarını meşrulaştırmak üzere icat edilmişti. Şimdi de, emperyalizm, “de­mokrasi” ihracı maskesi altında sürdürülüyor.

İçerisinde yaşadığımız tarihsel zamanı/ olayları/ gelişmeleri çözümlemek üzere, İslamî bir yorum ekseni geliştireme­dik. Böyle bir yorum ekseni oluşturmayı başaramadığımız için, güçlülerin oluşturduğu değerler ve bu değerlere dayalı yorum eksenini kullanmak zorunda kalıyoruz. Eski sömürgecilik “mede­niyete götürme misyonu” klişesini kullanıyordu. Daha son­raları bu klişe “insan hakları” klişesine dönüştü. “İnsan Hakla­rı” dili/söylemi Amerika’nın tahakküm ihtiraslarını/saldırılarını meşrulaştırmak üzere icat edilmişti. Şimdi de, emperyalizm, “de­mokrasi” ihracı maskesi altında sürdürülüyor. Batı’nın ihraç ürünü olan bu “demokrasi”nin, İslam’ı ve Müslümanları seçmesi is­tenmiyor. Batı’nın ihraç ürünü olan bu demokrasiler kanla, katli­am ve soykırımlar aracılığıyla kuruluyor ve Batı’ya hizmet ede­cek şekilde yapılandırılıyor.

Sömürge çağında Fransız düşünce hayatı “aşağı ırkları” uygarlaştırmanın “üstün ırklar” için bir hak ve sorumluluk oldu­ğuna inanıyordu. Bu ırkçı düşünce bugün yeni sömürgecilik döneminde de geçerliliğini koruyor. Sömürgeci Avrupalılar ticaret ve Hıristiyanlığı uygarlığın temelleri arasında gördükleri için sömürgeleştirdikleri toplumlara bu temelleri yaymaya çalıştılar. 1789 Fransız Devrimi ilkeleriyle çelişmesi pahasına Fransa sömür­geci, ayrımcı, aşağılayıcı ve dışlayıcı politikalar oluşturdu, “İnsan Hakları Bildirgesi” yayınlandı ancak bu bildiri köleliği kaldırmadı. “İnsan Hakları Bildirgesi” Batı dışı dünyada yaşayan insanların haklarını kapsamıyordu. Bu nedenle, 1798’de Fransız­lar Mısır’ı işgal ettiler. Cezayir’in 1830’da işgal ve istilası Hıristiyanlığın bir zaferi olarak takdis edildi.

Bugün Fransa’nın Libya’ya yönelik vahşi saldırısı da aynı zihniyetle yapılıyor. Aydınlanma ve İnsan Hakları Bildirgesi ilkelerinin, sömürgeci ihtiraslar ve girişimler karşısında hiç bir kıymet taşımadığı görüldü. Fransa sömürgeleştirdiği ülkelere kendi kültür ve mede­niyet anlayışını, eğitim politikalarını ve kurumlarını taşıdı. Sömürgeleştirilen Müslüman ülkelerde Yahudi ve Hıristiyan unsur­lar her türlü ayrıcalığa sahip oldular. Bütün sömürgelere, özellikle de, Kuzey Afrika’ya Katolik ve Protestan misyonerler akın etti­ler. Deniz aşırı toprakları ilhak etmenin Fransa’nın uluslararası konumunu güçlendireceğine inanılıyordu. Bu bağlamda Tunus 1881’de Fransızlar tarafından işgal edildi. 1839-1857 döneminde Cezayir’de çok ciddi direniş mücadelesi yaşandı. Fransa bu dönemde eşi ve benzeri görülmeyen bir vahşet/ barbarlık/ canavarlık sergi­leyerek, insanlık dışı bir terörizm ve şiddet sergileyerek dire­nişi durdurmaya çalıştı. Aynı terörizm ve şiddet Fas halkına da uygulandı. Sömürgeciler işgal ettikleri ülkelerde evlilik ve miras gibi konularda toplumun kendi gelenek ve yasalarını uygu­lamasına izin verirken, kamu ve ceza hukuku gibi konularda Fran­sız hukukunu uyguladılar. İşgal edilen ülkelerde yerli halklar hiç bir yargılama olmaksızın kolluk kuvvetleri tarafından keyfi bir biçimde tutuklanabiliyor, ya da işkenceye tabi tutulabiliyordu. 1918’de Ortadoğu’da (Ortadoğu tanımının da Oryantalist bir icat olduğunu hatırlamak gerekir) İtilaf Devletleri Osman­lı İmparatorluğu’na ait toprakları paylaştılar, hukuken Millet­ler Cemiyeti’nin vesayeti altında olması gereken ülkeler birer birer sömürgeleştirildiler. Batı dünyasının emperyal amaçları/ ihtirasları hiç değişmedi, dönüşüme uğramadı.

İslam ülkelerine yönelik olarak gerçekleştirilen bütün işgal ve istilalar çok büyük, çok abartılı yalanlarla, aldatma­ca ve hilelerle dünya çapında pazarlandı, bugün de Libya örneğinde görülebileceği üzere çok hayâsız yalanlarla bu pazarlama fa­aliyeti sürdürülüyor. Bütün İslam-Arap toplumları bir kez daha alçakça aşağılanıyor, istiskal ediliyor, bu toplumların onur­larıyla istihza ediliyor, toplumlarımız onursuzluğa mahkûm edi­liyor. Emperyalist politik iktidarlar, teknolojik iktidarlardan güç alıyor. 16’ncı yüzyılla birlikte yeni bir içerik kazanan emperyalizm, bugünkü küreselleşmeye zemin hazırladı. Emperyaliz­min modern sanayileşme hareketleriyle, finans kapitalizmi ile çok yakın bir ilişkisi bulunduğunu belirtmek gerekir.

İslam top­lumlarının onur kırıcı yenilgilere, haksız siyasal tahakkümlere ekonomik sömürüye, sosyal haklardan mahrumiyete, kültürel bozul­ma, çürüme ve yabancılaşmaya katlanması bir kader olmamalıdır. Amerikan gücünün, Avrupa gücünün, emperyalist güçlerin bir sını­rı olduğunu yalnızca direniş hareketlerinin, direniş mücadelele­rinin kanıtladıklarını büyük bir takdir duygusu içerisinde hatırlamalıyız. Bugün yaşamakta bulunduğumuz gelişmeler, evrensel iddiaları olan dünya görüşleri, hayat tarzları ve değerler mü­cadelesi ile de yakından ilgilidir. Mağrip ülkelerini kendi etki alanı içerisinde gören Fransa, Libya’da Batı’nın çıkarları­nı koruyacak, bu çıkarlara hizmet edecek yeni bir düzen oluştur­mak istiyor. Modern-seküler-emperyalist dünya, özellikle İslam toplumlarında Müslümanların direniş bilincini/ ahlakını/ öfkesini/ iradesini kırmak için yoğun çalışmalar yapıyor. İslam toplumla­rında İslam’ın özellikle siyasal bir belirleyici konumuna yükselmesi kesinlikle istenmiyor. İslami kesimlerin siyasal bilinç yönünde özgürleşmelerini engellemek için gelenekçi İslami unsurlar kullanılıyor. İslam’sız bir Müslümanlık oluşturmak üzere yoğun çabalar harcanıyor. Radikal İslam korkusunu öne sürerek bütün siyasal diktatörlükler emperyalistlerle işbirliği yapıyor. Radikal İslami oluşumlar/ yönelişler/ talepler karşısında İslam toplumlarında manevi/ruhani diktatörler de emperyalist unsurlarla işbirliği yapmaktan çekinmiyor. Zihinsel olarak geçmişte yaşayan, geçmişte yaşatılan, düşünsel olarak “mumyalanmış” cemaatler direniş mücadeleleri hakkında, direniş önderleri hakkında Amerikalılar ve İsrailliler gibi düşünüyor, ya da düşündürtülüyor. Bütün ideolojilere hoşgörü ile bakan cemaatler, bu hoşgörü’yü direniş mücadelelerinden esirgiyor. Siyasal diktatörlüklerin baskısından özgürleştikleri düşünülen halklar, bu defa neoliberal dilin/söylemin, hayat tarzının diktatörlüğü altına giriyor. Irkçı/ideolojik dünya görüşünün ölümcül yanlışları, sapkınlıkları, stratejik ve siyasal körlüğü devam ediyor. Yeni sömürgecilik kimi put kavramlar aracılığıyla meşrulaştırılmak isteniyor. Bu kavramlar her tür sömürgecilik için kullanışlı araçlar haline getirilmişlerdir. Sömürgeci kavramlar eksiksiz bir ideolojiye dönüştürülmüşlerdir. Petrolle ilgili çıkarların korunması, İsrail’in korunması karşılığında, bütün diktatörleri, diktatörlükleri destekleyen Batı dünyası, İslamî hareketlere yönelik olarak büyük bir paranoya yaşıyor. Petrol akışlarına ve İsrail’e zarar vermemek koşuluyla Batı her rejimle işbirliği yapabilir.

İslam ülkelerinde herhangi bir ayrılıkçı hareket ortaya çıktığında, emperyalist güçler tarafından ayrılıkçılar bir biçimde destekleniyor, coğrafi bölünmelerin yerini demografik bölün­meler alıyor, dini ve etnik savaşlar, kabile rekabetleri kışkır­tılıyor. Ortadoğu’da Sünni-Şii bölünmesine, bir de Müslüman – Hı­ristiyan karşıtlığı ekleniyor. Ortadoğu’da sosyal doku parçalanıyor. Petrol ve silah endüstrisinin çıkarları için yasadışı savaşlar çıkarılıyor. Petrol ve silah endüstrisinin çıkarları için, zayıf toplumlar, hayatlar, kültürler mahvediliyor, imha ediliyor. Ekonomik ve politik değerli olan petrol dünyanın en önemli hammaddesi. Amerika dünya petrolünün dörtte birini tü­ketiyor. Petrol rezervlerinin üçte ikisi Basra Körfezinde bulunuyor. Ortadoğu halklarına ait kaynaklar maalesef bu halkların yararına kullanılamıyor. Suudi Arabistan dünyanın bir numaralı petrol üreticisi olduğu için, Batı bu ülkede statükonun korunmasını istiyor, her tür değişim talebini engelliyor. Kişiselleşmiş otoriter yönetim, Suudi Arabistan söz konusu olduğunda gündemden düşürülüyor.

Afrika 19’ncu yüzyılda sömürgeci sınırlara, koşullara, kadrolara mahkum edilmişti. Bugün Afrika Birliği örgütü, Arap Birliği Örgütü gibi sömürgeci çıkarların emrinde bulunuyor. Sudan’daki bölünme Kuzey Sudan’ı ciddi bir biçimde zayıflata­cak. Güney Sudan’daki gelişmeler üzerinde İsrail’in tayin edi­ci bir etkisi olduğunu hatırlamak gerekir. Güney Sudan’ı yeni gerginlikler ve rekabetler bekliyor. Petrol gelirleri üzerinde hak iddia eden kabileler her zaman yeni sorunlar çıkarabilir. Güney Sudan daha çok faşist kabile şeflerinin kontrolü altın­da. Emperyalist irade Lübnan’da Hizbullah’ı cezalandırmak ve etkisiz hale getirmek üzere çalışmalar yapıyor. Şii Müslümanların Lübnan’da inisiyatif sahibi olmaları istenmiyor. Lübnan’da bulunan farklı unsurlar Hizbullah söz konusu olduğunda, İsrail’le işbirliği yapabiliyor. İran’a yönelik yaptırımlar yeni bir “Soğuk Savaş” yaşadığımızı gösteriyor. İran’ı içeriden zayıflatmak için uluslararası siyasal/ ekonomik/ kültürel baskı­lar, tehditler, komplolar aralıksız devam ediyor.

Günümüzde bütün toplumlarda her tür ilişki finansal değerler temelinde gelişiyor, finansal değerler insani/ahlaki değerlere hayat hakkı tanımıyor. Ahlaki ve felsefi ilkelerin/ değerlerin yerine, reelpolitik geçiyor. İlkesel siyaset yerini gerçekçiliğe dayalı siyasete terkediyor. Saldırgan dış müdaha­leler yoluyla “demokrasi”ler oluşturuluyor.

İktibas, Mayıs 2011

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *