Can dostuma mektuplar-2

Can dostuma mektuplar-2

Ne kadar gerçekleştirebiliriz bilemem ama sahip olduğumuz bilginin, kültürün, belki de yaşımızın sebep olabileceği önyargıları bir tarafa bırakalım ve geçmişe doğru nostaljik bir yolculuğa çıkalım ve yine cesurca soralım kendimize, “Dün neredeydik, bugün neredeyiz?”..

Ey can dostum, orada mısın?

Hep ciddi şeylerden bahsetmek yerine biraz duygusal takılsak ve buradan bakıldığında unutulduğunu, ihmal edildiğini düşündüğümüz ama muhakkak yaşatılması gerektiğine inandığımız insana, Müslümana dair bazı hasletlere; yıllardır şikâyet edip durduğumuz din dışı algılar, yapılar karşısında dağılmışlığımıza ve birbirimize durmuşluğumuza işaret etsek seninle şöyle bir…

Kalkış noktamızı, geldiğimiz yeri, davranışlarımızı sorgulasak; yani içe kritik bakış yapsak; yani biraz zülfiyare dokunsak, he ne dersin; kulak verir misin dediklerime?

Ve sen de paylaş kendi dostlarınla, dediklerine kulak veriyorsalar şayet..

Şimdi ne olur, nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsak boynumuza dolayalım ellerimizi ensemizden ve şöyle bir yaslanıverelim geriye..

Ne kadar gerçekleştirebiliriz bilemem ama sahip olduğumuz bilginin, kültürün, belki de yaşımızın sebep olabileceği önyargıları bir tarafa bırakalım ve geçmişe doğru nostaljik bir yolculuğa çıkalım ve yine cesurca soralım kendimize, “Dün neredeydik, bugün neredeyiz?”..

Ve durmayalım, devamla şu şarkı sözünü mırıldanalım birlikte; “Kimler geldi, kimler geçti!” diye..

Bıraktık insan olarak kendimizi fark ettiğimiz zamanı, inandığımız değerler adına yola çıktığımız demlerde yanımızda dost, arkadaş, kardeş nevinden kimler vardı diye sorup cevap aramak üzre, ne olur zorlayalım belleğimizi. İnanmak istiyorum, aslında belki de sık aralıklarla tekrarladığınız bir şeydir bu; olumlu tepki alamasam da ben öyle yapıyorum çünkü..

Ve bu tarz düşünüşün, muhasebe yapmanın, aynı zamanda Müslüman hassasiyetinin ve vicdanının tetiklemesi gereken bir eylem olduğuna inanıyorum ben.

Devam edelim düşünmeye ve ümmet iddiasına soyunmuş bireyler olarak birlikte gezmelerimizi..

Birlikte birçok şeyin yani iyilik ve güzelliklerin paylaşıldığı mesire, kamp gibi organizasyonları..

Sevgi, saygı çerçevesince gelişen, en önemlisi güvenle birbirimize misafir olduğumuz zamanlardaki hararetli tartışmaların ve tabii ki bilgi ve düşünce paylaşımlarının yaşandığı ev ortamlarını..

Değer verdiklerimizle bir şeyler konuşmak, öğrenmek veya hasret gidermek için gerçekleştirdiğimiz uzun soluklu yolculukları..

Birbirimizin koluna girip saatlerce yollarda dolaşarak gerçekleştirdiğimiz dertleşmeleri..

Hem kendi problemlerimize ve hem de çapımıza, etimize budumuza bakmadan çok iddialı bir şekilde ümmetin sorunlarına çözüm bulma amacıyla yaptığımız oturumları ne olur, bir hatırlayalım!

Sahi kimler vardı o zamanlar, kimler geldi, kimler geçti gönül yollarımızdan?

Yine inanmak istiyorum, sahi şimdi hepsi yanımızdalar mı?

Yoksa, yoksa birçoğumuz savrulduk mu? Birçoğumuz başka âlemlere mi göç ettik veya bilgilenmenin, belki de yaşlanmanın ve ona bağlı yorgunluğun, en önemlisi de güya İslam adına, Müslümanlık iddiasıyla şekillendirdiğimiz kaprislerimizin yol açtığı farklılıklar mı bizi savurdu, oraya buraya?

İnancımız adına değil ama düşüncelerimizin farklılığı adına mı; mezhep, tarikat, cemaat adına ve dahası eleştirip durduğumuz tarz-ı siyaset adına mı ayrıldık birbirimizden?

Soralım ne olur kendimize ve vicdanımıza, hem de tüm Müslümanlığımızla?

Bu ve benzeri sorulara cevap aramak, vermek yerine şunu mu dersin yoksa: “Şimdi duygusallık zamanı değil kardeşim, gerçekçi/realist olmak zamanıdır?”..

De dostum, ne çıkar!

Hakikati görmezden gelmek, gizlemek ve işaret etmeye çalıştığımız sorunları tahfif etmek ne kazandırır ki sana bana, bizlere?

Altını çizerek söyleyelim; bizim ailelerimiz, gelecek neslin inşası için yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımız var; daireyi genişletirsek akrabalarımız, komşularımız ve onlara karşı İslam olmamızın, Müslüman olmamızın gerektirdiği örnekliği taşımaya dair sorumluluklarımız var.

Örneklik dediğimiz şey de daha dün birbirilerini tanıyan ailelerimizin ve üzerlerinde titrediğimiz çocuklarımızın çevresine yabancı, duyarsız, umursamaz, birbirlerine hasım olmalarına zemin hazırlamak değildir herhalde..

Onlar da soruyorlar bazen, “Sahi, eskiden görüştüklerimiz, neredeyse yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmeyen ve sık aralıklarla bir araya geldiklerimiz neredeler?”…

“Niye akraba ziyaretleri yok denecek kadar az, niye komşularımızla birer yabancı gibiyiz?” diye..

Yoksa seninkiler sormuyorlar mı?

Sordur o zaman, hadi ne duruyorsun, tutan mı var seni?

Sormuyorlarsa inan ki problemler var!

İnan ki bir yerlerde eksiklik, tıkanıklık, bir yerlerde aksaklıklar var?

Biz ki bu âleme nizamat, çeki düzen verme iddiasına soyunmuş insanlarız..

Biz ki “Müslümanca düşünüş ve yaşayış nasıl olunur?” sorusuna en güzel örnekliklerle cevap vermeye namzet Müslümanlarız..

Biz ki önce birey, sonra cemaat ve dahası ümmet bilincini en sahih bilgiyle oluşturmaya, işlemeye, işletmeye talip iddia sahipleriyiz; öyleyse, ne bu birbirimize karşı hışım, hasımlık; ne bu yabancılık, ne bu dağınıklık, küskünlük, ayrılık Allah Aşkına?

Yoksa Kur’an mı tavsiye ediyor bize “Bölünüp, parçalanın; birbirinizi kırıp, dökün!“ diye veya Hz. Resulün örnekliğinden mi çıkarıyoruz bütün bunları?

Hz. Muhammed sonraki tarihsel süreç, hiç mi ders vermiyor bize?

Vazgeçtik diğer coğrafyalardan, üstünde yaşadığımız toprakların kültürel dokusuna, tarihine, İslam’dan mülhem örfüne ve âdetine yabancı mıyız biz?

Neredeyse her noktasında, beş vakit ezan sesiyle arş-ı alayı sarsan camileri olan ama o camilerde namaz kılıp da birbirlerinden habersiz, birbirlerine duyarsız yaşayan insanların durumu bizi hiç rahatsız etmiyor mu? Onlarca tarikat, onlarca cemaat ve bunların değişik versiyonlarının bir araya gelemeyişleri, birlikte inandıkları değerler adına mücadele etmeyişleri düşündürmeli değil mi bizi?

Düşündürüyorsa şayet, akıllı uslu geçinen bizler, her yazısında, konuşurken sarf ettiği her kelimede bilgi, kültür fışkıran bizler(!) niye gereğini yapmıyoruz he, söyler misin?

Farklı olması gayet doğal olan bilgi ve kültürümüzü, birbirimizin üzerinde niye Demokles’in kılıcı gibi sallıyor ve niye ayrılığı tetikleyici kavramları birbirimizin üzerine bir etiket gibi yapıştırıyoruz?

Çok soru sordum farkındayım ama ne olur elimizi vicdanımıza koyalım, aklıselim sahibi insanlar olarak ne olur bir düşünelim dostum; kaçma öyle, dalma kalabalıklara, şakşakçıların arasına!

Yanlış mı, yersiz ve zamansız sorular mı bunlar?

Öyle anlaşılıyor ki yukarıda da ihsas ettirmeye çalıştığım gibi, Din adına, Müslümanlık adına meşrulaştırdığımız kaprislerimiz var bizim..

Öyle ya, düşünüyor insan.. Bilginin, bilgiye bağlı olup olmadığı tartışılabilir düşüncelerin ayrıştırması mıdır bu; yoksa dediğim gibi itiraf etmekten çekindiğimiz, adını bir türlü koyamadığımız arzu ve heveslerimiz, kaprislerimiz mi sebep oluyor bütün bunlara diye…

Velhasılı kelam bir ötekileştirmedir, tutturmuş gidiyoruz, hem de Allah rızası için!

İnsanları, geçmişten ders almazcasına düşüncesinden, ileri sürdüğü, paylaşmaya çalıştığı bilgisinden dolayı tasnife tutma hastalığımız var bizim, hem de Allah rızası için!

Ben/bizden başkası için kullanmak üzere bir dolu kavram, şarjörü dolu ve kurulmuş bir tabanca, olmadı patlatmaya hazır bir bomba gibi yedekte bekleşiyor!

Ötekine dair, başkasına, benim/bizim dışımızdakilere dair özenle seçtiğimiz malum kavramları uluorta sarf etmek yazı ve sözlerimizde kullanmak adeta haz veriyor bize!

Ve artık onlar düşünce dünyamızın vazgeçilmez ritüellerinden, hem de Allah rızası için!

Ki o kavramlar bizim entelektüel dünyamızın fotoğraf kareleri ve ne kadar kültürlü, bilgili olduğumuzun göstergeleri; kendimizi en iyi insan, en iyi Müslüman, en fazla bilen, en çok düşünenler kategorisinde en başa koymamızın kavramasallaştırılmış karşılıklarıdırlar.

Ve ne gariptir ki Kur’an okuyucusu olduğunu iddia edenler olarak endişe de etmeyiz; bu bir istiğna hali, müstağnileşme; bu bir kibir, kendini beğenmişlik, haddi aşmak olduğu halde…

Fazla mı abarttım?

Dün söylediklerime benzer tekrarlar mı var?

Biraz gündem dışına mı çıktım, sıradan mı geldi?

Olsun, sıradanlık o kadar da kötü bir şey değildir nasıl olsa..

Ve bil ki inadına hepsi, istesen de istemesen de..

Hani söz, güç, inanç ve eylem birliği, falan, filan diyorduk ya!

Dostluk, kardeşlik, arkadaşlıktan sık sık bahsedip duruyorduk ya!

Bireyden cemaate, cemaatten topluma, ila ahir söylenip duruyor ve bireysel ve dahi toplumsal çözülmüşlüklerimiz için çözüm üretmeye çalışıyorduk ya!

Çözülmüşlüğümüzün sırtına binen sistem müdafilerinden yakınıyor ve bizi “öteki”leştirmelerinden hep şikâyet edip duruyorduk ya!

İşte bu yüzden, geçmişte niyet koyduklarımızı hatırlatmaya çalıştım..

İşte bu yüzden görev ve sorumluluklarımızı paylaşmamız gerekenlerden ayrı düştüğümüzü ve bir arada yaşama hassasiyetlerimizin ihmal edildiği gerçeğine, gittikçe birbirimize yabancılaştığımıza, bir şeylerin eksikliğine işaret etmek istedim..

Hep eleştiri sadedinde yazılar yazsam, sözler söylesem de..

Çünkü eleştiri haksızlık yapmak değil, bizatihi hakkı teslim etmektir. Dahası birey ve toplumların vicdanını hareket geçirmek ve böylelikle sağlıklı bir toplum oluşumuna vesile olmaktır..

Ve bilelim ki sızlanmalarımızın, yakınmalarımızın müsebbibi de çevremizde olup biten birçok şeyin esas sorumlusu, esas kabahatlisi de biziz, hepi topu demeye çalıştığım bu aziz dostum…

O yüzdendir nefis muhasebesi, o yüzdendir geçmişimize ve şimdiye dair kendimizle yüzleşmek ve o yüzdendir nostaljik yolculuğa davet…

Ütopik gelse de gerçekleşmesi zor gibi görünse de dedim işte bir şeyler!

Unutmayalım ki bilgi öğrenilebilir bir şeydir ama onu yaşamak ve yaşatmak bir başka şeydir..

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *