Bir söyleşi ve düşündürdükleri

Bir söyleşi ve düşündürdükleri

Tunus’ta bundan sonraki süreçte, yönetimde Müslümanların söz sahibi olması halinde AKP’yi rol model olarak gördüğünü söylemesini kendi adıma ilginç bulduğumu söylemek durumundayım..

Raşid El Gannuşi..

Tunus’un sürgündeki İslamcı lideri..

1969’da İslami Yöneliş Hareketini kurmuş, 1981’de hareketin legalleşmesi için hükümete yaptığı başvurunun akabinde tutuklanmış. 1984’ de serbest bırakılmış ama 1987’de yeniden yargılanarak ömür boyu hapis cezasına mahkum edilmiş..

General Bin Ali’nin oluruyla 1988 ‘de tekrar serbest bırakılmış.

1990’da harekete ve ileri gelenlerine uygulanan baskıdan sonra Tunus’u terk etmek zorunda kalmış..

Bu kısacık notlardan da anlaşılacağı üzre idam cezasıdır, müebbettir, sürgündür derken türlü zahmetler çekmiş..

Malum, Tunus’ta yıllardır egemen olan faşist, dikta rejimine karşı şimdilerde gerçekleşen bir halk ayaklanması nedeniyle yeniden ülkesine dönmesi söz konusu..

Bu sebeple de yazılı ve görsel medyada ona ait demeç ve söyleşiler haber yapılıyor; ki bizim garibimize giden tarafı da satır aralarında demokrasiden bahsederken AKP hakkında dile getirdikleridir..*

Demokrasi için geçmişte farklı şeyler söylemiyordu Gannuşi..**

Dolayısıyla şimdi gündeme taşınanlar da şaşırtıcı değil aslında..

Ama Tunus’ta bundan sonraki süreçte, yönetimde Müslümanların söz sahibi olması halinde AKP’yi rol model olarak gördüğünü söylemesini kendi adıma ilginç bulduğumu söylemek durumundayım..

Kimilerine basit gelebilir; lakin Türkiye’ye, ABD’den güdümlü olmak üzre Ortadoğu politikalarını (BOP) biçimlendirme rolü verildiği çoktandır söyleniyordu ve BOP eşbaşkanlığı zaten Başbakan’ın açıklamasıyla da doğrulandığı gibi bilinen bir görevlendirmeydi..

Bunun yanında AKP iktidarı aracılığıyla demokrasi ve laiklikle bir problemi olmayan, diğer dinlerle uzlaşmacı, radikal İslami unsurların tasfiye edilmesi için bir köprü vazifesi gören, geçmişinden koparılmış, reel-politik gerekçelerle ılımlı İslam’ın inşa edilmesi komplo teorisi olarak biteviye dile getirilip duruluyordu..

Elan yaşanan sıcak gelişmelerle, bilirkişiler yani sosyal ve siyaset bilimciler tarafından Ortadoğu’da Türkiye’nin rolünün, daha açıkçası AKP’nin Ortadoğu politikalarının önemine işaret edilmesi ve Gannuşi’nin bunu teyit edercesine “AKP’yi örnek alıyoruz, bu yönde görüşmelerimiz var” demesi iddiaların haklılığını gösteren verilerdir..

Vakıa odur ki Ortadoğu’da halkı Müslüman olan devletlerde hükümferma olanlar faşist, dikta rejimlerdir ve yıllardır insanlara zulmetmektedirler.

Bu acı gerçeklikten hareketle, yaşanan sıkıntılara adeta “Kırk satır mı kırk katır mı?” sorusu çerçevesince çözüm arayanlar, Gannuşi’nin “İslâm’ın ve demokrasinin bu noktadaki düşmanları aynıdır; diktatörlük ve istibdat..” sözünden de anlaşılacağı gibi kendi dinlerinden, asr-ı saadetten mülhem bir yönetim biçimi arayışına girmek yerine, var olanların en iyisi olarak gördükleri demokrasiyi, bir yandan “Batı demokrasileri, yalanı mübah görmekte, kamuoyunu yalanlarla saptırmakta ve sermayenin, kamuoyunu üzerinde egemenlik kurmasına izin vermektedir.” şeklindeki sözleriyle kötüleyip rezerv koyarken, öte yandan Kur’an’dan şura ile ilgili ayetlerden yola çıkıp, “Çoğunluğun otoritesini tanıması, karar almada baskıcı bir azınlığa değil, çoğunluğun görüsüne itibar etmesi bakımından sağlıklı bir araçtır..” diyerek referans almakta bir beis görmemektedirler..

Üstelik demokrasi karşıtlığının, İslam Dini açısından kötü bir imaj oluşturmasının yanında Müslümanların dikta rejimi yanlısı olarak görülmesine sebep olduğunu da ilave ederek!

(Bu sözler nedense, Anayasa referandumunda lehte oy kullanmayanların Ergenekoncu, darbeci vs. olarak suçlanmasını hatırlattı!)

Bana göre bir başka garabet de inançlarından, Hz. Muhammed’in ve adil yöneticilerin yani halifelerin uygulamalarından mülhem demokrasiye mesafeli olmaya çalışanları; “Bu insanlar sanki şöyle demektedirler: Ezilenler, baskıya uğrayanlar biziz. Ama fırsatını bulur ve iktidara gelirsek, biz de onları ezeceğiz.” şeklinde tanımlayarak töhmet altında bırakmalarıdır..

Kimilerince İslami hassasiyetler çerçevesince “Tunus’ta Ebu Zer’ler ayaklanıyor, kapitalist, dikta rejimlere maşeri vicdan başkaldırıyor.” şeklinde tanımlanan haklı tepkiyi, küresel hegemonyanın baskılarını bir başka türlü meşrulaştıran demokrasiye yem etmek, âcizane kanaatim odur ki uzun süredir sürgünde olan Gannuşi’nin, İslam âlimi olarak bilinmesine rağmen yönetim bilim ve biçimleri dersine çalışmadığının bir göstergesidir.

Ve vakt-i zamanında kendisi gibi sürgünde olup, ülkesine Şah’ı devirerek dönen merhum Humeyni’ye neden benzemediğini; “Ben İran devrimine saygı gösteriyorum. Ben Şah’a karşı mücadele ettim. Ancak bizim istediğimiz örnek Türkiye’deki model. Biz siyasi hayatta hiçbir şekilde şeriat getirmeyi düşünmedik. Biz istedik ki hak ve kanunları uygulanan bir yönetim olsun. Tuttular benim dönüşümü Humeyni’ye benzettiler. Ben bu yüzden karşı çıktım.” şeklindeki tehlikeli sözlerle ve egemen güçlere neredeyse teminat veren mesajlarla açıklık getirmeye çalışması maalesef özrü kabahatinden büyük bir durum arz etmektedir. Bütün bunlar, İslam dünyasının bundan sonraki süreçte dikta rejimlerden, monarşik sistemlerden haklı olarak kurtulmaya çalışırken başka tür baskı rejimlerine kurban olacaklarının resmidir; ki dileriz süreç İslami hassasiyetler bağlamında olumlu anlamda gelişir..

Bütün bunlardan bahsetmemin sebebi, Müslümanların, Müslüman olmayan dünyanın hâkim kavramlarıyla düşünerek ve onların mutfağında hazırlanıp pişirilmiş, çeşitli sos ve baharatlarla tadından yenmez bir hale getirilerek pazarlanan yönetim biçimlerini, kendi toplumlarına reva görerek acze düştükleri gerçeğini dile getirmektir.

Yani kendilerini, kendi tarih ve kendi dinlerine özgü kavramlarla tarif edemeyen Müslümanların profan, seküler, daha açıkçası ladini dünya görüşlerinin karşılığı olan ithal kavramlara başvurması bence kabul edilebilir değildir, adeta kendimizi inkardır..

Tabii ki bana göre..

Hülasa..

Müslümanlar, âlimler İslam karşıtlığını vazife edinmiş toplumların kültürel hegemonyasından ve ladini kavramların küresel baskılarından kendilerini koruyabildikleri ölçüde ve kendi dinlerine yani vahye özgü kavramları gündeme taşıyıp hayat verdikleri ve onları hakim kılmak için mücadele ettikleri sürece inançlarının gereğini yerine getirmiş olurlar..

Ve Rabbimizden dileriz ki Tunus’ da başlayan ve diğer bölgelere yayılma temayülü gösteren zalim, despot, sömürücü, kukla ve dikta rejimlere karşı gelişen isyanlar, o isyanlarda canlarıyla, kanlarıyla, maruz kalacakları cezai müeyyidelerle bedel ödeyen insanlar vahye özgün değerlerin hakim kılınmasına vesile olurlar..

* iktibasdergisi.com; dünyabülteni.net

**Kitap: İslami yöneliş; ozgurder.org: “Tunus ve Raşid el Gannuşi” Semineri

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *