Numan Kurtulmuş ‘Halkın Sesi’ olabilecek mi?

Türkiye’deki seküler (yani İslamsız/Kur’an’sız) değişimi çok iyi okuyan bütün siyasî hareketler, ana rahminden hayata gözlerini açarken kendilerini bu yeni seküler hayat şartlarına uyum sağlayacak ontolojik özelliklerle donatmakta, ona göre yapılanmaktadırlar.

NUMAN KURTULMUŞ ‘HALKIN SESİ’ OLABİLECEK Mİ?

Mehmed Durmuş

90’ına merdiven dayamış Erbakan’ın SP’sinde nihayet sular duruldu, iftar rezaleti gibi onca hengameden sonra herkes yerini buldu ve Erbakan’ın milli görüş terzihanesi yeni bir gömlek üretti. Bu yeni gömleğin üzerinde ‘Has Parti’ yazıyor.

Numan Kurtulmuş fenomenini kimilerinin fazla abarttığını düşünenlerdenim. 2001 yılında Erbakan’ın küskünleri olarak hocalarından itizal eden dörtlünün AKP’yi kurduğu ve bu ekibin, son sekiz yıl içinde Türkiye’yi, seksen yıldır bir türlü ulaşılamayan modern çizgiye götürme uğrunda çok büyük mesafeler aldıkları doğrudur. Ancak her ‘itizal’in aynı sonucu vermesi sosyal hayatta bir yasa değildir. Bununla beraber, bundan böyle Türkiye’de iktidar kodamanlarının daima muhafazakar partiler olacağından kuşku duymuyorum. Baksanıza, kırmızı kitabı artık bu partiler yazıyorlar. Fakat Numan Kurtulmuş’un adeta Tayyip Erdoğan’ın alternatifi gibi ‘hazırlandığı’ yorumlarını doğrusu biraz acul ve yüzeysel buluyorum.

Bunlar erken yorumlar. Bugün için, Numan Kurtulmuş hadisesi üzerine kalem oynatılabilir ve bunun gerekli bir yönü de bulunmaktadır.

Numan Kurtulmuş’un partisine seçtiği isim, partinin yönü, yönelimi, temel referansları ve zihin haritasına ilişkin birtakım ipuçları vermektedir. En azından çağrışımlar yapmaktadır. Kurtulmuş, partisinin adını HALKIN SESİ PARTİSİ olarak açıkladı ve sanki Adalet ve Kalkınma Partisinden (Ak Parti) esinlenmişçesine, Has Parti diye de kısaltmasını verdi. İşte bu isim üzerinden bir siyasi analiz yapmak mümkün görünmektedir.

***

İslamî gelenekten gelen birilerinin kurduğu bir siyasi partinin, kendisini ‘halkın sesi’ olarak tanımlaması, öncelikle ‘halk’ı önemsediği ve öncelediğini göstermektedir. Bu açıdan da o partiyi popüler (halkçı) olarak nitelemek mümkündür. Çünkü halkın sesi olacağı, yani halkın duygu ve düşüncelerinin tercümanı olacağı, halkın dertlerine çözüm arayacağı mesajını vermektedir. Yani temel kalkış noktasını halk oluşturmakta, siyasetinin omurgasını şu veya bu şekilde ‘halk’ oluşturmaktadır. Kendisi ise, bu feryadın aksettiricisi olacak, halkı önemseyecek, halkı gözetecek, halkı kollayacaktır.

Bundan daha masum ve daha doğal ne olabilir diye düşünenler olacaktır. Gelin görün ki, bu iş bu kadar basit değildir.

Siyasi düşüncede ‘halk’ı öncelemek, sizin siyasetinize halkın yön vermesi anlamına gelecektir. Halk ise ‘hak’kın kendisi değildir. Hele de 21. yüzyıl Türkiye’si gibi modern bir toplumda, halkın sesi olma iddiasıyla yola çıkan bir siyasal partinin, halk denilen hemen her çeşit ideolojik ve dini/mezhebî kanadın bulunduğu bir yelpazenin bütün gayrı sahih, batıl taleplerine evet diyeceği, popülist davranacağı aşikardır. Bu da o partiyi, daha tabelasını astığı günden itibaren halk eksenine göre konumlandıracak, her şeyin hak için, halka göre ve halk tarafından belirleneceği bir siyaseti esas alacaktır. ‘Halk’ ekseninin ise İslam olmadığı, İslam’ın her türlü siyasal yorumunu katı bulan eklektik, uzlaşmacı, yararcı ve hatta yerine göre hazcı bir siyasi merkez olduğu bellidir.

Halk terimi seküler içeriklidir ve Türk aydınlanmasının, ümmet ve millet yerine bilhassa aktif halde tuttuğu bir kelimedir. Demokratik yönetimlerin milleti ve ümmeti olmaz, halkı olur. Bunun için egemenliğin ‘halk’a kayıtsız şartsız teslim edilmesinde(!) bir beis görülmez.

Müslüman siyaset adamlarını en fazla zaafa uğratan, ayaklarını kaydıran, iş bu ‘halk’ fikridir. Siyasal bir hareketin halka dayanmaması, büyük bir risk, hatta kayıptır. Çünkü her siyasal düşünce iktidar olmak ister, onun için vardır. Halkın benimsemediği bir siyasal düşüncenin ise, iktidar olma şansı yok gibidir. İşte düğüm tam da bu noktadadır: halkın nabzını tutup, onun temel arzuları istikametinde bir siyaset mi güdülecek, yoksa halkın da, siyasal düşüncenin kendi istikametinde değiştirilmesi hesaplanarak, halkın söz konusu siyasal düşünceye uyması mı istenecek? Birincisi, oldukça ‘tatlı’, ‘kârlı’, ‘zevkli’ ve sonuç alıcı bir siyasal uğraşı iken, ikincisi oldukça uzun ince, dikenlerle, engebelerle, sıkıntılarla, her türlü risklerle dolu bir yoldur. Kısacası bu ikincisi, zehirle pişmiş bir aştır. Birincisi, çok yorucu değildir ama ikincisi, hem halkı değiştirmeyi, hem de siyasî engelleri büyük bir sabır ve kararlılıkla birer birer aşmayı gerektiren, insanın belini büken nebevî bir gelenektir.

Kur’an, ‘ekseru’n-nâs’ gibi terimlerle halk çoğunluğunun akidevî tehlikelerine dikkat çeker. Halkın ekserisi genellikle ‘bilmeyenler’dir. Hakikatin ölçüsü halk değil, bizzat hak’kın kendisidir. Bazen hakikat, yüzde birlik bir kesimde olabilir ama o, uğrunda ölünecek bir değerdir. Yüzde doksan dokuzluk kesim ise hakkın değil, batılın savunucusu, cahiliyenin ta kendisi olabilir, bu mümkündür.

İşte Türkiye şartlarında bir siyasal parti, hele de halkın sesi olma iddiasıyla yola çıkan bir parti, evveliyetle halkı memnun etmek, gözüne girip, onu küstürmemek, tepkisini çekmemek, partiye sırtını çevirmeyecek icraatları öncelemek derdinde olacaktır.

Bu gerçeği idrak eden kimseler genellikle, bir tek kişiyle de olsa hakkın ve hakikatin taraftarı olma çağrısını çok umutsuz bir vak’a olarak görmekte, aceleci söylemlerle bir an önce reel bir şeyler yapma tuzağına düşmekte, İslamî ilke gibi hayati öneme sahip erdemleri yok saymaktadırlar.

Herhangi bir rejim, Allah’a itaati tamamen dışlayıp, kendine itaate davet ettiği için pekâlâ tağut vasfını kazanmaktadır. Lakin aynı gerekçelerle bir ‘halk’ da pekâlâ bir tağut olabilmektedir. Zaten rejimleri ayakta tutan da halklar değil midir? Öyleyse, halkların tağut rejimleri ayakta tutması, besleyip büyütmesine de, birtakım muhafazakâr partiler ve sivil toplum örgütleri destek vermektedir.

Kısacası, eğer İslami bir siyasî düşünceden ve İslami siyasetten bahsedeceksek, halkın değil, hakkın esas alınması gerekir. Hakkın halka değil, halkın hakka uyması gerekir. Hak halka göre değil, halk hakka göre vaziyet alacak, Allah’a itaat en yüce değer olacaktır. Allah’a itaatin en yüce değer olmadığı bir siyasî vasatta her bir parti çok ‘büyük’ başarılar elde edebilir ama İslamî açıdan, sadece şirkin hamallığını yapmış olacaktır; dolayısıyla benzerlerinden bir farkı olmayacaktır.

Türkiye’deki seküler (yani İslamsız/Kur’an’sız) değişimi çok iyi okuyan bütün siyasî hareketler, ana rahminden hayata gözlerini açarken kendilerini bu yeni seküler hayat şartlarına uyum sağlayacak ontolojik özelliklerle donatmakta, ona göre yapılanmaktadırlar. Aksi takdirde ‘doğal seleksiyon’ yoluyla çizgi dışına itileceklerini bilmektedirler. Eş zamanlı olarak da, kendilerine ilgi duyan ‘halk’ kesiminin sabık fikir, kanaat ve inançlarını kendi paralellerinde başarıyla değiştirmektedirler.

***

Numan Kurtulmuş’un henüz göbeği kesilmemiş partisi daha şimdiden, bugüne kadar bir siyasî cenaha tutunamamış pek çok kişiye istihdam alanı açmış görünmektedir… Önümüzdeki günlerde değilse bile, önümüzdeki seçimde, geçtiğimiz anayasa oylamasında, sistemin merkezine doğru yol alacaklarına dair ciddi bir refleks gösteren kimi ‘İslamcı’ çevrelerden epey isim devşireceğe benzemektedir. Böylece Kurtulmuş’un partisi bir bakıma, İslamcılar üzerindeki bazı ‘kara lekeleri’ aklama mekanizması gibi iş görecektir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *