İnşa dili mi, Egemen dil mi?

İnşa dili mi, Egemen dil mi?

Gece Yazıları-9 Kızdırıyorlar insanı! Şu akil bilinenler, aktivistler yani aydınlar, yani ağabeyler, üstadlar! Başkalarını geçmişlerini sorgulamaya, tabii ki zımnında tövbeye davet ederler de hep kendilerini istisna tutar, hep müstağni takılırlar! Diyerek inadına kızdıracağım ben de onları.. Hep onlara özgü değil ya söylemlerin nereye gittiğini hesap etmeden yazıp çizmek! Bir dostumuz da buyurmuş; “Ama nasıl?” sorusu

Gece Yazıları-9

Kızdırıyorlar insanı!

Şu akil bilinenler, aktivistler yani aydınlar, yani ağabeyler, üstadlar!

Başkalarını geçmişlerini sorgulamaya, tabii ki zımnında tövbeye davet ederler de hep kendilerini istisna tutar, hep müstağni takılırlar!

Diyerek inadına kızdıracağım ben de onları..

Hep onlara özgü değil ya söylemlerin nereye gittiğini hesap etmeden yazıp çizmek!

Bir dostumuz da buyurmuş; “Ama nasıl?” sorusu eşliğinde “Uyarı ve temennilere katılmamak mümkün değil” diye iyi niyet notu düşmüş; duruşunun özgün mü özgün olduğunu iddia eden şimdilik aylık bir gazetede eskiye, eski dile tövbeye davet eden yazılardan birine..

İyi niyetli olarak şerh düşmüş ama sonrasında eskiyi aynen tekrarlayanların kimler olduğunu sormayı da ihmal etmemiş, her fırsatta Sünnilik ve Şiilik damarımızın kabardığını da hatırlatarak..

Madem öyle, madem içinde bizim de bulunduğumuz geçmişe, geçmişte kullandığımız şimdinin eski diline buradan bakarak eleştiri getiriliyor, diyeyim ben de bişiler, hakkımız efendim…

Elaleme değil, aslında sahibince belli yerlere yukarıdan edalarla mesaj gönderenlere dokunacağım biraz; nalını da mıhını da bilmem artık..

Ateş olsak cirmimiz kadar yer yakarız, o belli; nal ne, mıh ne, kim dinler, kim tanır ki bizi?

Şu “herkesi kör âlemi sersem sanmak” diye “eski”lerin masallarından bişi var ya, sanki o hazretler için söylenivermiş; basiret, öngörü, feraset herhalde bu sözde saklı olsa gerek..

Hep söylerim: Şimdilerde “eski” diye beğenilmeyen o mübarek dillerin sahiplerinin tecrübeleri, insanı, eşyayı, hayatı okuma becerilerini resmediyor bir bir, tabii ki anlayana!..

Elan elimizde olanlar, değer bildiklerimiz o eskilerden gelmedi mi bize?

Sorayım şimdi peşi sıra:

Yahu!

Bin dokuz yüz yetmişlerden bu yana o “eski dil”i seslendirenler kimlerdi?

Niye istisna tutarlar kendilerini o zat-ı muhteremler?

Milletin eline tutuşturulan dergi ve kitapların, sağda solda yazılan makalelerin, orda burda verilen konferansların, seminerlerde yapılan sunumların ve dahi bir kardeşimizin çok doğru olarak adını koyup dediği gibi “politbüro”larda kurgulanıp kulaklara sufle edilenlerin sahipleri onlara yabancı mı?

Akıl işi mi dostlar, o demlerde bizatihi “eskimiş dil”in bayraktarlığını üstlenenlerin, bugünlerde “Hayır, ben yapmadım, aha onlar yaptı!” dercesine tavır içine girmeleri?

Hayırdır, neler oluyor, nereye gidiyoruz, nelerden vazgeçiyoruz diye sormayayım mı ben?

Geçmişin muhasebesi bu mu oluyor şimdi?

Ha, koyarsın kendi “ben”ini ortaya, efendi efendi üstlenirsin kabahatleri, edersin tövbeni, sunarsın şimdiye dair çözümleri, işte o zaman anlarım ben de yazılanlardan kastı, yazanın meramını..

Satır satır okur ve her bir kelime üzerine bir daha, bir daha düşünürüm, kafamı iki elimin arasına alarak ve tabii ki nasuh nusuh tövbesini de ihmal etmeden..

Ve el hak, işte ümmetçe istişare, işte ümmetçe muhasebe, bireysel ve dahi toplumsal tövbe budur der hakkı adrese teslim ederim..

Peki, böyle yapmayıp, başkalarını okkanın altına atmak da ne oluyor?

Başkaları da “aynı inancın ailesi” değil mi?

Onlar da bildikleri kadarıyla sistemi sorgulamadılar mı, onlar da o uğurda bedel ödemediler mi?

İslam düşüncesinin eylemsel boyutunu dışarıdan bilgi ve örneklerle sahiplenip, o vasatta, kısıtlı şartlarda gereğini yapmadılar mı?

Hatırlatayım tekrar: Türkiye topraklarının dışında İslam coğrafyalarında neler olup bittiğini ne bilirdi bu millet, sahi kimlerden öğrendi?

Onları, dünyada İslam adına neler oluyor diye yayımlanan kitap ve dergilerle, her köşe başında yapılan muhabbetlerle, “İşte İslam, işte tevhit, işte İslami mücadele!” diye tanıtanlar dışarıdan mı geldiler?

Oralarda millet canını, malını mülkünü feda ediyor, her yönüyle bedel ödüyor, sizse buralarda keyfine düşkün bireyler olarak yaşayıp gidiyorsunuz, diye bize sorumluluklarımızı hatırlatan, ataletimizden dolayı mahcup edip komplekse sokanlar yabancımız mıydı?

O kompleksle(!) tevhidi uyanış sürecine dahil olanların içinde bulundukları toplumun İslam algısını, sistem sorgulamasını yapıp, parlamentoya, anayasaya yani kendilerince İslam’a mugayir her kuruma, her söyleme ve her eyleme mesafe koyanlar, yine sistem ve müdafileri tarafından “siyasal İslamcı”, “radikal İslamcı” ya da “İslamcı” olarak itham ediliyorlardı, tamam, doğru..

Peki, iyi de şimdilerde bizim cenahtan yapılanlar ne?

Daha yakın bir zamanda, referandum bağlamında kendilerince tevhidi duyarlılıkta ısrar edenleri radikallikle, Haricilikle, Selefilikle itham edenler kimlerdi?

Sadede gelelim..

Yanlışsa birlikte yaptık dostlar..

Yok öyle, nereyi tahrip ettiği sahibince belli salvolardan sonra kenara çekilmek!..

Eskimiş dili kullanmaya çalışan insanlarımızın yaşadığı süreçlerde gerek metodolojik gerek metodik ve stratejik yanlışlar yapılmadı değil, derken istisna tutmayacağız kendimizi!..

Aynen, “İslam coğrafyasındaki İslami hareketlerimizin hedef yanlışlığı, bu süreçte iktibas edildi.” tespitini yaparken de..

Neydi hedef yanlışlık, devletti, iktidar talebiydi değil mi?..

Oysaki her şey aşağıdan yukarıya olmalıydı, strateji yanlış belirlenmişti filan.

El hak doğru, ne diyebiliriz?.

O zaman şimdi yapılanlar ne, diye sorarsam kızılmasın bana?

Uzatmayalım beyler, dostlar, oylarımızı şimdinin iktidar partisine verdik tıpış tıpış?

Neferlerimiz oralarda mücadele ediyorlar hak için..

Peki, iktidara oy vermek, zımnen, iktidar talebinde bulunmak değil mi?

Çok soru soruyorum farkındayım, şimdiki toplumsal şekillenme aşağıdan yukarıya doğru mu oluyor; yoksa referandum yetmez dedik ya, şimdilerde çıkmasını heves ettiğimiz kanun ve yasalarla yukarıdan aşağıya doğru mu?

Ha gayret AKP, ha gayret Sayın Başbakan sesleri nereden çıkıyor sahi?

Ve bakın, şu “İnşa ve ıslah dili, Batılı paradigmaya ait günübirlik sivil toplumcu, STK’cı, ben-merkezci, anarşist veya emansipasyoncu söylemleri aşan, sahih referanslara dayanan ve sorunları nesnel olarak kavramaya çalışan bir hikmet, basiret ve rahmet dilidir.” cümlesindeki “inşa ve ıslah dili”, “anarşist”, “sivil toplumcu”, “STK’cı”, “emansipasyoncu” kavramları bile başlı başına eni konu tartışılacak şeyler..

Batılı paradigmanın mahsulü oldukları iddiası ilgilendirmiyor beni..

Şimdinin siyasal ve sosyal algısı cemaatlere hangi sıfatı yakıştırıyor?

Müslümanın baskıdan kurtulmaya yönelik çabalarına ne ad veriliyor?

Bizim aklımız, düşüncelerimiz, bilgilerimiz, sosyalleşmemiz kemale erdi mi ki de bizim dışımızdakilere özgü “inşa ve ıslah” dilinden bahsedip duruyoruz?

Bütün bunlar, birlikte ama birbirimizi iteklemeden, düşe kalka olacak işler dostlar, kardeşler.

Rabbimizin rahmet dilini hakkınca sahiplensek, birbirimizi gelenekçi, modernist ve saymayayım şimdi, daha başka bir dolu “öteki” ne dair kavramlarla kategorize eder miyiz?

Her şeye rağmen İnşa ve ıslah diline (hadi bir de ben ilave yapayım) ve dahi kuşatıcı bir dile tamam, eyvallah demeye çalışalım..

Ama başta da söyledim, eskidiği söylenen dilden kendini istisna tutan egemen, buyurgan, müstağni dile ise asla!

Ha, bu ara demeden geçmeyeyim, “İslamcıların aşması gereken birinci dil, kendi döneminde yetersizlikleri yanında ileri özellikler de taşıyan birikim ve içtihatlarının, günümüz şartlarında dondurulmasıyla oluşmaktadır. Bu eskiyen ve eskimiş bir dildir. Eski dil, bu donukluğu veya şura içtihadına yönelen dinamik keyfiyetimizi dondurma işlemini ilke ve akidevi netlik olarak sunmaya çalışmaktadır” sözünü sarf ederken, yıllardır kerameti kendilerinden menkul “Kur’an’dan ilke ve prensipler” adı altında, aslında kendi kabulleriyle insanların düşüncelerini dondurduklarını, sair bilgi ve düşüncelere karşı içe kapandıklarını, eleştirdikleri eskiler gibi kendi kabulleriyle şekillenmiş akidevi netlik iddiasıyla yola çıktıklarını da itiraf etmeliler..

Hiç kimse kusura bakmasın dostlar!..

İnsanların,özelde Müslümanların düşüncelerini kendi durdukları yerden, bildikleri ne ise artık, oralardan mülhem gelişen ve aslında indi mülahazalar içeren anlam dünyalarıyla kategorize edenler resmen ve alenen haksızlık yapıyorlar..

Vahiy, öyle bir yetki vermiyor bize, işimiz de değil..

Başkalarının dilini geleneğe, olmadı modernizme mahkûm eden bir söylem, açıkçası müstağni bir yaklaşımın ürünüdür. Dün bize bunu yaptılar, şimdi de biz başkalarına yapıyoruz..

Bu tür kategorizasyonlar başlangıçtan bu yana kendi düşünsel maceramızı adeta yok saymaktır..

Düşünsün, hatırlasın her Müslüman şöyle bir, inanç ve eylem iddiasıyla yola koyulduğundan bu yana ne tür evrelerden geçmiş aklına getirsin ve başkalarına da aynı süreci hak olarak versin.

Ve şu, “Bu her iki yanlış dil kullanımı da ‘istişare ve paylaşma üslubu’ndan çok, ‘vaaz ve dikte üslubu’na tutunmaya çalışmaktadır.” ifadesinde dile getirildiği gibi vaaz ve dikte edici bir üslubu, aynen biz de başkalarına karşı kullanıyoruz..

Kuşatıcı (M.A), inşa ve ıslah diline sahiplik iddiasında bulunanlar,aslında politbüro özelinde istişare toplantılarında veya istişareye davet eden yazılarında daha işin başında Müslümanları tasnif eden, artık klişe olmuş tabirle “öteki”ne ait kavramlardan birini yakıştırarak yola çıkanlar, ne yazık ki sınıfta kalmaya, kendi dar alanlarında paslaşmaya mahkumdurlar..

Son olarak..

Hangi yazıdan bahsettiğimizi, Arif Kaya dostumuzun, “Beş soruda gündem ve siyasi bilinç analizi” başlıklı yazısından kinaye anlayıverin artık..

Ve bunları dile getirmeme sebep olan asıl yazıdan cesaretle, böylesi bir hırgür içinde bırakın da bizim gibiler bireyselleşiversinler..

Çekişme ve nizayı tetikleyenlerin, hep ötekine özgü söylem geliştirenlerin; Muhammedi örneklikten dem vurmalarına rağmen, onun etrafında Müslüman ama ne bilgisi, ne de eylemi bir olmayan insanlara gösterdiği kuşatıcı davranışları örnek almayıp, insanları hala o gelenekçi, hala bu modernist vs. diye ayrıştırma derdine düşenlerin, dolayısıyla tüm insanlığı kuşatacak bir söylem geliştiremeyenlerin yanında, bizim bireyselleşmemiz evladır desem, bana ne lazım gelir?

Öylesine kalabalık olanların, kalabalıklarıyla egemenlik iddiasında bulunanların arasında barınmak, onların yanında düşüncelerimizi paylaşmak ne mümkün?

Din ve inanç, düşünce ve ifade özgürlüğüymüş?

Geçin efendim geçin!

Açıkça ifade edeyim ki kendi düşünce kalıplarımıza uymayanlarla karşılaştığımızda Müslümanlıklarından, insanlıklarından daha çok, kendimizce reva gördüğümüz yakıştırmalardan biri aklımıza geliyorsa, yandığımızın resmidir..

Tabii ki bana göre..

Demek ki neymiş?

Dilin eskisi,yenisi olmazmış..

Yaşanılan her demde vahiy dilini anlayabildiğimiz kadar anlamakmış..

Demek ki neymiş?

Mühim olan genelde insanlık, özelde Müslümanlıkmış..

Tabiidir ki vahyi ne kadarı ile anladıysak, anlayabildiğimizin ne kadarını yaşayabiliyorsak..

Gerisi mi?

Laf ola beri gele..

Kalın selametle..

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *